II

44 30 0
                                    

Yeni evlerinde yaşantıları tekdüze ilerliyordu Feridun Bey ve eşinin. Evliliklerinin ilk aylarında içerilerinde barındırdıkları bastırılması güç arzulardan dolayı birbirlerine karşı oldukça naziktiler. Yeni evlerine çıktıklarından beri süreklilik halinde devam eden şehvet dolu sevişmeleri de bulunuyordu. Bazı zamanlar sırf eşinin yüzünü güldürebilmek adına sabahın erken saatlerinde kalkıp hiç beceremiyor olsa da şarkılar söyleyip özenerek kahvaltı sofraları hazırladığı bile olurdu Feridun beyin. Ama nedendir bilinmez. Bu büyü zamanla etkisini yitirmiş, Feridun beyin ilgisi azalmaya başlamıştı. İçerisinde barınan sevgi denen kavramı evlenmeden önce tüketmeye başlamıştı zaten, aile evinden ayrılırken sadece ufak kırıntıları saklayabilmişti. Yüreğinin derinliklerine serpilen kırıntıları da eşi için harcamıştı zamanla. Şimdi ise ne sevgisi kalmıştı ne de ilgisi. Babası rızık bey gibi o da sabahın erken saatlerinde okula gidiyor, çocukların en sevmediği öğretmen rolünü oynamaktan zevk alıyor ve okuldan sonra eve gelip yemeğini yiyor ardından Nazik hanıma kendisini rahatsız etmemesini tembihleyip yatağına uzanıyordu. Çalışmak mı zor geliyordu yoksa sorumluluk duygusunu üstlenmek ağır mı gelmişti bilinmez. İşini sevdiği de söylenemezdi zaten. Bu yüzden öğrencileri de kendisini hiç sevmezdi. Diğer öğretmenler ne de güzel ilgilenirdi öğrenciler ile. Onları motive etmek için ödüller verir, birlikte ders dışı etkinlikler yapar ve hatta okulun bahçesine inip oyun oynadıkları zamanlar bile olurdu. Feridun bey tam aksine çocukları hiç sevmezdi. Onlarla zaman geçirmekten hoşlanmaz, doğru yaptıkları sorularda onları ödüllendirmez hatta aksine yanlış bir hareket yaptıklarında da onlara ceza vermekten çekinmezdi. Bunun sebebini de Nazik Hanım kendisine sormaz olaydı. Bir süre önce öğrencilerden birisinin ailesi gelip Nazik hanıma "Senin kocan bizim çocuklara neden bu kadar kötü davranıyor? Şikayet edeceğim onu, çocuğumun parmakları kıpkırmızı oluyor eve her geldiğinde" diyerek tehdit dolu bir konuşma yapmıştı. O gün duydukları karşısında hayrete düşüp eşini savunamamıştı. Feridun beye durumu anlatıp neden böyle yaptığını sorduğu zaman da "Sen de bana bir çocuk verseydin! O zaman çocuk sevgisi nasıl oluyor öğrenmiş olurdum." Diyerek ağzının payını vermişti. Gerçekten de durum böyleydi. Uzun bir süre çocuk yapmak için çeşitli yollar denenmiş, kurşun döktürülüp hocaların nefesinde şifa aramışlardı ama nafile. Sorun kimdeydi bilinmez. Cefasını çeken Nazik hanımdı.

     Balkız hanım ölmeden, son nefesini vermeden hemen önce "Biz çok yanlış yaptık seni o beceriksiz kızla evlendirmekle, sana çocuk bile veremiyor. Bir de sen onun için evini, aileni terk ettin" diyerek gözlerini yummuştu. İçerisinde bir çığ gibi büyüdü bu sözler Feridun beyin ama eşine belli etmek istemedi. Sonradan oldu ne olduysa. Evet, annesi öldü. Son zamanlar doktorların söylediklerini kulak ardı etmese, yediklerine de biraz dikkat etseydi görebileceği günler olacaktı elbette. Gittikçe çoğalan kalp çarpıntılarına kulak asmamıştı, yediklerine zaten dikkat etmemesi yetmezmiş gibi son günlerinde bir daha yiyemeyeceğini düşünürcesine öğünlerini daha da arttırınca bu dünyadan ayrılmıştı. Karısının ölümünün ardından Rızık bey çocuğuna defalarca gelmesini, kendi evinde yaşamasını söylemişti ama Nazik hanım bunu istemediği için iki arada bir derede kalıp eşinin isteğini yerine getirmek zorunda hissetmişti. Hal böyle olunca Rızık Bey de çareyi artık köye dönmekte bulmuştu.

     Dün gece yaşadığı karın ağrılarına rağmen sabahın erken saatlerinde, eşinin işe gitmesine daha uzunca bir vakit varken uyandı Nazik Hanım. Yatağın serinliğinden üşengeç hareketlerle, kocasını da uyandırmamaya dikkat ederek ayrıldı. Nazik hanım kalktıktan sonra koca bir çocuk gibi, görenlerde ne kadar masum olduğunu düşündürecek bir halde uzanan Feridun beyin üzerini örttü. Örterken de eşi rahatsız olmasın diye çok yavaştı hareketleri. Banyoda yüzünü yıkadıktan sonra ıslak bakışlar ile aynada kendisini izledi bir süre. Burada ne işi vardı? Daha mutlu olabileceği bir yerlerde olabilirdi, bunu hak ediyordu. Kaderinde yazılı olan evdi burası. Kime sitem etmeliydi? Şikayetini kime yapmalıydı? Islak yüzünü havluyla kuruladı. Havlu yüzünü sararken annesinin sözlerini hatırladı. "Kızım önüne iki parça temiz ekmek gelecek, azıcık dişini sık. Kocanı mutlu etmeye çalış" demişti annesi. Kızı mutlu olmuş veya olmamış ne önemi vardı? Kendi sofralarından bir boğazın daha eksilmesi onlar için gayet yeterliydi. Kocasını sevdiğini anımsadı sonra. Yüzüne düşen bir iki tane ıslak saç telini elinin tersi ile arkaya attı. Ona kötü davranmıyordu. İyi davrandığını da söyleyemiyordu ama arkadaşlarından daha kötülerini işitmişti. Eşini elde etmek için bin takla atanlar ve evlendikten sonra sırf yemek beş dakika geç geldi önüne diye eşini dövenler, aç bırakanlar veya sebepsiz ve sorgusuz öldürenler bile vardı. Hala hayattaysa geri kalanların bir önemi olmamalıydı. Lavabodan çıkarken kapıyı yanlışlıkla sert kapattı. İçi ürperir oldu. Kocasının hala uyuduğunu anımsayıp odalarının kapı eşiğinden ona baktı. Hala hareket etmemiş ölü gibi yatıyordu. Rahat bir nefes aldı ve sessiz adımlar ile mutfağa gidip dolabın kapağını açtı. Annesinin kazandığı bu savaşta Rızık Bey yanılmıştı. Babasının söylediğinin aksine iyi kazanıyordu. Dolapları da ailesinin evindeki kadar dolu sayılırdı. Annesinin bilinç altına yüklediği "o kadın benim kadar iyi yapamaz, ne anlar o yemekten?" sözleri zihnine yer etmiş, sonu gelmez iştahını evlendikten sonra az da olsa bastırmıştı. Bu yüzden eskisi kadar yemiyor, yemediği için de kilo vermeye başlamıştı. Gerçi hala zayıf sayılmazdı.

YAŞAMAK TELAŞIWhere stories live. Discover now