2. Bölüm

65 15 37
                                    

Saraydan uzaklaşıp köprüye geldiğim anda hala kendi iç savaşımla meşguldüm. Ben de onları şaşıracaktım ve okuyamadikları benden asla beklenmeyen bir geleceği onlara sunacaktım.

Düşündüm...

Düşündüm...

Düşündüm...

Aklıma ilk gelen olasılıkları Düşündüm. Ormana saklanmayı geri dönmeyi eve gitmeyi düşündüm.

Ve sonra benden beklenmeyecek o şeyi buldum.

Adımlarımı hızlandırarak Dorian amca'nın dükkanına doğru koştum. Nefes nefese kalana kadar kendimle olan iç savasim eşliğinde hızlı adımlarla koştum. Ciğerim yırtilacak gibi hissediyorken bile bir an olsun yavaşlamadım.

Meydan bomboştu herkes ziyafette olmalıydı. Drian amca da keza aynı şekilde, dükkanın önüne geldiğimde de son kez etrafıma bakıp birilerinin beni izleyip izlemediginden emin oldum. Yerden aldığım taşı pencereye doğru fırlattım ve camlardan dikkatli bir şekilde ayındırdım. Boyumdan biraz yüksekte kalan camda bedenimi kesmemek için ayaklarımın altına dükkanın önündeki küçük sandalyeyi koydum. Dikkatlice üzerine cıktım ve sağ ayağımı pencerenin öteki ucuna dükkana attım. Hiç bir yerimi kesmeden dükkana görebildiğimde sakinleşmek için nefes alış verislerimi düzenlemeye çalıştım.

Doğruca dükkanın arka tarafındaki kıyafetlere doğru yöneldim ve elime geçen siyah elbiseyi beklemeden üzerime geçirdim aynı şekilde siyah bir peçe siyah bir pelerin ve siyah çizmeler de giydim. Çantama bir şey olabilirdi dürürebilirdim çaldırabilirdim bu yuzden cantamdaki babamın hancerini alip elbisemin astarına sakladım. Çıkardığım kıyafetlerimi çantama kardeşim için çaldığım yiyeceklerin yanına yerleştirdim. Saniyeler evvel girdiğim kırık cam parçalı pencereden aynı hızla ve dikkatle cıktım. Kimsenin beni görmediğine emin olmak adına etrafımı son kez kolaçan ettim. Kimse yoktu. Kimse burada olmaya da cesaret edemezdi. Ziyafet olduğu günlerde ziyafete katılmak da zorunluydu.

Hiç beklemeden koşarak köşeyi döndüm. Koşmaya devam ederken çantamı pelerinimin altına sakladım. Ne olur ne olmaz beni açık edebilecek her şeyi göz önünden almalıydım.

Bu anları yasarken bir yandan da kendime kendime tekrar ediyor kendimi cesaretlendiriyordum.

Ben babamın kızıyım, ben babamın kızıyım...

Benim damarlarımdaki kan babamın damarlarından akan cesaret yüklü kan...

Adımlarımı saraya çevirdim. Her sarayda mümkünse bir kahin ve odası bulunurdu. Kahinler kendi canlarını korumak icin yüzlerini asla kimseye göstermezdi. 19. Yüzyıl evreninde yaşıyorduk ve kahinler bulunmaz nimetlerdi. Yalnızca birkaç tane vardı ve sarayda iyi bir yerde istirahat ettiğinden emindim. O kadını bulacak yerine geçecek ve beni bulmasını kökten imkansız hale getirmiş olacaktım. Hala ziyafet bölgesinde olmalıydı. Kahin şu an benim planlarımı biliyor olabilirdi belki ama kral'a asla bundan bahsedemeyecekti.

Dükkandayken elbisemin astarına sakladığım hançeri kontrol ettim. Yerinde duruyordu. Ona ihtiyacım olacaktı.

Saray'ın birkaç kapısı vardı. Ama saray bahçesine ulaşan yalnızca köprünün karşısındaki büyük kapı vardı. Ama şu an bir kahine çok benziyor olduğumdan sorun yaşayacağımı sanmıyordum. Kahinin saçlarının ne renk olduğunu bilmediğimden pelerinimin kapüşonuyla saçlarımı gizledim ve köprüye çıkan sokaklardan telaşsız ama hızlı adımlarla geçtim.

Köprüye gelene kadar yol boyunca saraya ulaştığımda atacağım adımları en ince ayrıntısına kadar en küçük detaylarına kadar düşündüm. En başta yakalanırsam diye bir B planim vardı. Ama bu bir kahinin varlığından haberim yokken düşündüğüm bir plandı. Eğer yakalansaydım ormana kaçmaya çalışırdım. Fakat işler kontrolden çıkmıştı ve şu an bir kahin kılığında kral in yanı başında olmaya gidiyordum.

KAHİNİN İZİWhere stories live. Discover now