Kapıdaki bedenini gördüğümde derin bir nefes alarak içimdeki ona olan aşkımı zincire vurdum. Başka bir ihtimal söz konusu olabilir miydi zaten şu an bir fikrim yoktu. Ağlamamak için kendimi sıkıyordum ama iki de bir gözlerimin sulanmasına engel olamıyordum.
Gülümseyerek kapıdan çekilip geçmemi bekledi. Yüzümdeki soğuk ve boş ifadeyi arkasındaki aynada kendimi gördüğümde fark ettim. Yutkunmaya çalışıyordum ama boğazımda, kurtulup her şeyi sikip atmak isteyen bir yumru vardı.
Başımın ağrısı katlanamayacağım derecedeydi ve göz altlarım morarmış, gözlerim kıpkırmızıydı. Ayakta duruyor olmamın tek sebebi duymak istediğim cevaplardı. Bir boka yaramayacak olan ama istemekten vazgeçmediğim cevaplar.
"İyi misin lan?" dedi kapıyı kapatırken.
Başımı sallayarak gözlerine baktım. Gözleri bu kadar masumken, kendisi nasıl olmazdı aklım almıyordu. Beynim uyuşuyordu, ellerim karıncalanıyordu, titriyordum.
"Alp iyi görünmüyorsun," dedi bu kez.
İyi olmam beklenemezdi zaten.
Kollarını vücuduma sararken kendimden nefret ettim. Beni bu hale sokan, buna rağmen tek bir yakınlığıyla her şeyi unutturan kişinin aynı kişi olması, bunun Ömür olması beni kahrediyordu. Bu yüzden ona karşı bu kadar zayıf olmaktan nefret ediyordum.
"İyiyim, soğuk vurdu biraz. Başım ağrıyor, hasta olacağım galiba," dedim kokusu ciğerlerimi yakarken.
Kendimi ne kadar tutsam da vücudum bana ihanet ediyordu. Kollarım ona dolandı, isteğim dışında. Ona karşı bu kadar zayıflık kazanmam hoş değildi, bunu kendime yapmamam gerekiyordu. O kadar aptal ve çaresiz hissediyordum ki, kendime katlanamıyordum.
Aşık olmak bu kadar çaresiz olmak mıydı? Aşık olmak bir kalbe böyle körü körüne inanmak mıydı? Aşık olmak nefret ettikçe daha fazla sevmek miydi? Aşık olmak bu kadar acı çekmek miydi? Aşık olmak ondan nefret etmek istedikçe ona daha sıkı sarılmak mıydı?
Hak etmiş miydim? Evet. Kesinlikle evet ama bu şekilde cezalandırılıyor olmam çok adaletsizce değil miydi? Daha üç saat önce bana yaptıklarımın hepsini unuttuğunu söyleyen adam, bana bu acıyı nasıl layık görüyordu?
"Çıkarsana montunu," dedi ellerimi ellerinin içine alıp ısıtmaya çalışırken.
Ellerimin buz tuttuğunu onun ellerindeyken fark etmiştim. Hissedebileceğim hiçbir şeyi hissetmiyordum. Ne soğuk işliyordu vücuduma, ne başka bir şey. Hissettiğim tek şey kalbimin cayır cayır yanıyor olduğuydu.
"Yok babam aradı, gideceğim hemen."
Salona geçtik. Ayakta durmak için büyük bir çaba sarfediyordum. Gözlerimi kapatıp açtıktan sonra montumun cebindeki fotoğrafları çıkardım, ortadaki sehpaya bıraktım.
"Tanıyor musun?" diye sorarken bakışlarım yüzündeydi.
O ifadeyi görmek istiyordum.
İki üç tane dört kişilik bir grubun olduğu fotoğraflara baktı. Yüzündeki ifade hiç değişmedi. Bu kadar iyi bir oyuncu olması, bir kez daha başıma ağrı girmesine neden oldu. Nasıl inanmıştım?
Tek tek hepsinde gözlerini gezdirdi sonra dudaklarını yaladı.
"Hayır yavrum," dedi bakışları hala fotoğraflarda gezinirken. "Tanımıyorum hiçbirini. Buldun mu kim olduklarını?"
Yutkundum. Gözlerimi kapatıp sakin bir nefes doldurdum ciğerlerime. Olmuyordu, nefes aldıkça boğuluyordum, kokusu oksijenle birlikte ciğerlerime işledikçe deliriyordum. Bu kadar rahat yalan söylemesi beni mahvediyordu, nasıl o bu kadar sakin kalıp cesurca yalan söyleyebiliyordu?