Farklı anlardan kesitler içeren bir bölüm...
İskender Pala'nın bir kitabında okumuştum, "Olacak olan olur, beklenen gelir, bugün doğan, yarın elbet ölür." diyordu. Bu sözler beni uzun bir süre düşündürmüştü. Kader kavramını... En çok da ölümü. Neden sonra, bu söz hayat mottom oldu. İnsan önünde duramazdı yaşanacakların. Hayat akarsuydu, uzun ince bir yol çizer altında toprağıyla gelirdi. Su gider toprak kalırdı. Yaşam gider, ölüm kalırdı. Hakikati korkunçtu lakin ferahlık da verir gibiydi. Toprağa hayranlığım ondandır benim.
Karşımdaydı adam, toprak gözleri akarsularıma karışmaya meyil etmez miydi hiç? Çoraktı. Lakin duruşunda bir asalet, tavrında onda sakil durmayan bir zarafet vardı.
Böyle adamları tanırdım ben, çok uzaktan değil. Kaba saba olurdular, keskin zekaya elbette sahiplerdir. Vatan onların temeliydi sanki, geride her şeyi bırakmaya razı gelirlerdi. Ben böyle adamları çok yakından tanırdım, biricik babam onlardan biriydi. Onlardan biri gibi vatanı için canını vermişti.
Komutanım, Poyraz Ali Demirbaş... Oradaydı işte; tüm asaletiyle, keskin bakışlarıyla, ona pek yakışan asil duruşuyla karakolun bahçesindeydi. Kaşları çatıktı, karşısında duran adama onda hiç sırıtmayan emirler veriyordu. Duyamıyordum ama biliyordum, onu iyi tanımıştım. Ya da tanıdığımı sanmıştım. İnsan, insanı tanır mıydı? İnsan katman katmandı elbet, kendinin de haberdar olmadığı gizemler şüphesiz keşfedilmek üzere oracıkta duruyordu. Ben de öyleydim işte. Poyraz Ali'yi tanıyana dek, katmanlarımdan birine ulaşmamıştım. Onu tanıdım ya, katmanlarım üzerime yıkıldı, komutanıma olan aşkımdan başım döndü.
Şapkanın altındaki saçlarımın ter içinde kaldığına emindim, alnıma ufak bir damla süzüldüğünde çaktırmadan silmek istedim. Ona doğru yürümeye başladım. Havada hafif bir rüzgar vardı, toprağı kaldırmıştı. Karşısındaki asker emirleri alıp gittiğinde gözlerini rüzgardan korumak istercesine biraz kısıp bana gözlerini değdirdi.
Acaba onun gözünde tam neredeydim? Eminim, yeni yetme bir askerden başka bir şey görmüyordu bana bakınca...
Canım bu duruma sıkılacak oldu, durdurdum düşüncelerimi. Gözlerime giren toz taneleri hafif bir sızı verdiğinde umursamadan onun karşısında durdum. Banka oturacaktı, oturmaktan vazgeçti beni görünce.
"Teğmen?" dedi sorgularcasına.
Boğazım kurumuş, kalbim atmayı yeni öğrenmişcesine atmaya başlamıştı. Boğazımda atıyordu.
Böyle mi olacaktı? Bu kadar heyecan beni yoracaktı elbette.
"Komutanım." Nefesim yetmemişti sanki. İçime süzülen kadınsı bir dürtüyle dudağımı ısırma gafletinde bulunmak üzereydim, kendimi o kadar zor durdurdum ki... Burada kabul görmeye çalışıyordum. Maalesef, bu kadar erkeğin oluğu bir ortamda onlar gibi davranmaktan başka çarem yokmuş gibi hissediyordum. Erkeksi bir ifade, sert bir ses tonu... Bu zor muydu? Bilmiyordum. Sonuçta bu zamana kadar kendimi korumak için erkek gibi davranmaya çabalamıştım. Abartmıyordum, dövüş sporlarında iyi sayılırdım. Gülhane çıkışlıydım ve Kızıltepe'de olmak için çok çaba sarf etmiştim.
"Karakola gelen ilaçların sayımını yaptık, sizin de onay vermeniz gerek."
Aklım durmadan konuşmayı başarabilmiştim.
"Odama bıraksaydın, teğmen."
Elimdeki kağıdı almak için elini uzattı, titrememeye gayret ederek kağıdı eline doğru uzattım. Gözleri bir süre elimde oyalandı, titrememek için gösterdiğim çabayı elbette fark etti. İnsan duygularını iyi bilirdi, ilk günden bu yana anladığım tek şey buydu. Beni, ona karşılıksız beslediğim duygularımı anlaşmışcasına uyarmıştı konuyu çok açmadan.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BORDO HAREKAT
ActionKızıltepe Karakolu... Ömrünü vatanına adamış, canı pahasına bayrağını dalgalandırmaya yemin etmiş komutan... Poyraz Ali Demirbaş. O pes etmez, pes ettirir! O katil değil, kahraman! O Türk Askeri! Ve onun kurak toprağına dökülen birkaç damla deniz u...