Dört

91 13 51
                                    




Gerçeklerin kâbusları yendiği de bir gerçektir.


Normal insanlar gece yataklarına girince rezil oldukları anlardan derledikleri boktan bir klip eşliğinde tavanı seyredip uzunca bir süre uyuyamazken; bizim Fikret uykusunda çerez niyetine görüyordu rezil olduğu anları. Ve bu, kâbus görmekten daha beter bir boktu. Çünkü gerçekten yaşanmış rezil olayları yeniden zihninde oynatmak, kafada kurulmuş senaryolardan bin kat daha acı verirdi. Travmalar kendini böyle hatırlatırdı.

İşte Fikret de sabaha kadar yatakta döne dolana lise 3'teki en rezil anısına, hayatında ilk defa sunuculuk yaptığı o lanetli güne geri dönmüştü rüyasında. 800 kişilik okula rezil olduğu o ✨unutulmaz✨ sabaha...

Bir 24 Kasım günüydü.

Rüya, Fikret'in "Öğretmenler gününüz kutlu olsun hocam. Hakkınız ödenmez valla." diyerek en nefret ettiği hocanın, Kel Fizikçi'nin elini öpmesiyle başlıyordu. Zaten o gün -sevsin sevmesin- bütün hocalarının ellerini öpmüştü tek tek. Onu okulun en güzel kızı Pelin ile sunuculuk yapmaya uygun gören herkesin...

Etrafındaki herkes onun hocalara büyü yaptırdığını falan sanmıştı ama gerçekte, tırnaklarıyla kazıya kazıya hak etmişti sunuculuğu Fikret. Bunun için haftalarca hocalara yalakalık yapmış; bilhassa programı organize eden Edebiyatçı'nın götünden bir an olsun ayrılmamış, fotokopi çekmekten tutun da sisteme not girmeye kadar bütün angaryaları yapmıştı. Ve sonunda Pelin'le beraber sunuculuk yapmaya aday olan Azer puştunun önüne geçmeyi başarmıştı. Tabi... Bunda Azer'in programa bir hafta kala bisikletten düşüp ayağını kırmasının etkisi de yok değildi ama Fikret yine de sağda solda onu alt ettiğini söylemeyi severdi. Sonuçta sunuculuğu kapmış mıydı? Kapmıştı. Rakibinin başına ne geldiği çok da sikinde olmamıştı. Zaten günahı kadar sevmezdi Azer'i. Hatta (Allah affetsin.) içinden "Oh olsun!" bile demişti.

"Sadece son sınıflar gelecek demişlerdi ama... bütün sınıflar inmiş sanki. İğne atsan yere düşmez."

Program günü gelip çattığında, sahnenin arkasında bütün okulun çok amaçlı salona toplanmasını beklerken "...Heyecanlı mısın?" diye sormuştu Pelin kaçamak bir gülüşle. Sanki Fikret'in ona olan ilgisinin başından beri farkındaydı da bilerek anlamazdan geliyor gibiydi. Biraz sonra uzanıp nazik elleriyle Fikret'in yamulmuş kıravatını düzeltmeye başladığında, delikanlı utançtan pespembe olan yanaklarıyla ezilip büzülmüştü kızın karşısında. Haftalarca bakışlarıyla yiyip bitirdiği, romantik romantik notlar yazıp çantasına attığı kız, sonunda bu sunuculuk vesilesiyle ona ilgi gösteriyordu. Fikret daha ne isteyebilirdi ki?

"Y-yok canım... Heyecanlı falan değilim." diye yalan söylemiş, "Kağıtta ne yazıyorsa onu okuyacağım zaten. Atla deve değil ki." demişti. Ama sunuculuk yapmayı bırak, hayatında topluluk önünde bir 23 Nisan şiiri dahi okumuşluğu olmadığından, sahne korkusunun ne demek olduğunu o gün o dakikada öğrenmenin şokunu yaşıyordu Fikret. İşin ucunda kıza rezil olmak da vardı. Ama yine de bütün sahne korkusunu siktir edip mart kedisi gibi kıza yürümekten de geri durmuyordu namussuz:

"Bak ne diyeceğim, programdan sonra sahile gidelim mi? Dondurma falan ısmarlarım sana. Sohbet ederiz..."

"Ehe, bilmem ki... Olabilir."

O an gerginliğini azaltan tek şey, Pelin'in sıcacık kahverengi gözlerine bakmaktı. Ve Fikret gerekeni yapmıştı. Gözlerini bir an olsun kızdan ayıramazken, Azer'in yancılarından birinin gizlice bekleme odasına girip program akışının yazılı olduğu kağıtları değiştireceğini nereden bilebilirdi ki? Şeytanın aklına gelmezdi bu kahpelik. Ama işte Azer'in aklına gelmişti.

Leblebici | bxbHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin