XXVIII-Çakı Ve Kan

12 0 0
                                    

XXVIII-


Güneş tepeleri terk etti ve Miray'ın gözyaşları dindi. Arkadaşıma destek olmaktan başka elimden hiçbir şey gelmiyordu. Bu durum içten içe ruhumu çürütüyor, henüz iyileşmemiş yaraların kabuklarını koparıyordu. Kendi içimde de bir düzine yaradan ve çürümeden başka bir şey değildim. Bakışlarımı arkadaşımın gözlerine çevirdiğimde kucağımdaki kafasını kaldırdı ve saatler süren sükunetini bozdu.

"Hayır, ben çok yanlış yapıyorum Nil." Adeta kendi kendine sayıklıyordu. Bu travma onun belki de hayatta karşılaştığı ilk zorluktu. Buruk bir şekilde tebessüm ettim. "Ne yapmak istersin bitanem" yüzümdeki buruk gülümseme yerini samimi bir tebessüme bıraktı. "Ege'nin mekanına gidiyoruz. Evde haftalarca ağlayıp onun yasını tutacağımı düşünüyorsa çok yanılıyor!" Birden hiddetli bir şekilde ayağa kalktı ve benimde kalkmamı bekledi. Şaşkın bir şekilde onu izliyordum ve yaptıkları hiç mantıklı gelmiyordu. "İyi düşündün mü Miray? Bugün dinlenmek belki daha iyi gelir." Bakışlarında saf bir öfke vardı. "Nil şimdi benle hazırlanıyorsun ve çıkıyoruz" yavaşça elimi tuttu. "Lütfen sana ihtiyacım var" sesi sonlara doğru kırgın çıkmıştı. Hızla ayağa kalktım ve kafamla onaylar gibi bir hareket yaptım. Odadan çıktığımda, bu akşamın neler getireceği tam bir meçhuldü.



Bu kafe son bir haftada uğradığım belki de tek yerdi. Arada sırada markete ve haylazın gösterdiği o yapılmamış harabe eve gidiyordum. Yaşamım küçük bir çemberin içinde, merkezinden uzakta geçiyordu. Miray karşımda pembe süslü bir elbise ve abartılı bir makyajla oturuyor, sayısını bilmediğim içeceklerle kafasını bulandırıyordu. Ben ise her zamanki gibi siyah bir elbise ve siyah deri ceketle önümdeki bardaktan bir iki yudum su içmiştim. Benim ise kafamı bulandırmaya ihtiyacım yoktu. Kafamın içinde bir kaç çöplük ve o çöpleri karıştıran minik bir Nil vardı. Bakışlarımı arkadaşımın gözlerine diktim ve elindeki kadehi aldım. "Yeter Miray! Sarhoş olup olay çıkartmanı istemiyorum" dedim katı bir ses tonuyla. Miray dudaklarını büktü ve bana kırgın bakışlar atmaya başladı. Benim hakkımda şuan ne düşündüğü umurumda değildi, şuan sağlıklı düşünemiyordu zaten.

Elini kaldırıp arkada bir yöne doğru salladığında, bakışlarım arkama doğru döndü. "Hakan bey! Buradayız gelin" telaşla Miraya dönüp hayır der gibi başımı salladım. Gölgenin burada ne işi vardı? Ona daha sabah kendini kaybettir demişken üstelik. Bir iki saniye gözlerimi kapatıp kendimi sakinleştirdim. Gölge masaya doğru yaklaştı ve karşımızdaki sandalyeye oturdu. Gözlerime çok kısa bir an baktığında sorgulayıcı bakışlarımla karşılaştı. "Ah yine karşılaştık" gölgenin sesindeki sahte ton kaşlarımı çatmama sebep oldu. Yine bir tiyatro oyunu oynayacaktı. Miray minik bir kahkahayla karşılık verdiğinde, hafif çakırkeyif olduğu her halinden belli oluyordu. "Ah başıma neler geldi bir bilseniz" sesinde hafif hüzün vardı. Gölgenin cevap vermesini beklemeden devam etti. "Nişanlım beni aldattı" gözlerine dolan yaşlara rağmen gülmeye çalışıyordu. Gölge ise duyduğu şeyleri şaşkınlıkla karşılamış istemsizce kaşları havaya kalkmıştı. "Ben ne diyeceğimi bilemedim. Çok üzüldüm" dedi sesinde sahte, zoraki bir hüzün vardı.

Bu tiyatroya daha fazla katlanamayacağımı bildiğim için ayağa kalktım. İkisinin de bakışları bana döndüğünde, " içecek alacağım" diyerek onları geçiştirdim ve kalabalığa karıştım. Ege'nin barda olmadığını gördüğümde sıkkınlıkla bir nefes verdim ve Mirayların masasını gören boş bir masaya oturdum. İkisi hararetli bir şekilde bir şeyler konuşuyordu, gölgenin bakışları arada Miray'ın saçlarına odaklanıyor çok sürmeden bakışlarını kaçırıp önündeki içecekle oynuyordu. Derin bir nefes aldığımda elim kendimi korumak için yanıma aldığım cebimdeki çakıya gitti. Bir an varlığını unutmuştum sanki. Buz gibi metalin yanımdaki varlığı hem güven veriyor hem de büyük bir tehlike hissettiriyordu.



Birden karşımdaki sandalye çekildiğinde ve haylaz yayvan bir şekilde oturduğunda ellerim buz kesti. Olduğum yerde sırtımı dikleştirdim. Ne zamandan beri buradaydı, gölgenin yanındayken beni görmüş müydü? Kafamda onlarca soru dönerken sertçe yutkundum ve bakışlarımı sabit tutmaya çalıştım. Yüzünde her zamanki gibi sırıtan ve alaycı bir ifade vardı. Sanki insanların sinirini bozmak için bilerek böyle gözüküyordu. "Biliyor musun?" dedi sesini sanki bir sır veriyormuş gibi kısmış ve duyayım diye hafifçe masaya eğilmişti. "Asıl kurban sensin" dedi omuzlarını dikleştirerek sandalyeye geri yaslandı. Kaşlarımı çattım ve yüksek sesli müziğe rağmen dediklerinin yarattığı balyoz etkisiyle yüzleştim. "Ne saçmalıyorsun?" sesim sabit bir tonda çıkmıştı. Yüzünde daha büyük bir sırıtma oluştuğunda hafif bir kahkaha attı. Başını iki yana sallıyordu. O da burada dönen tiyatro oyunundan memnun gibiydi.

"Bizim çocuklara en başta ne demiştim hatırlıyor musun" dedi ve cevabımı beklemeden ekledi. "Yanlış kızı kaçırdınız, demiştim ve sen minik arkadaşını koruyan cılız bir kahraman olmayı tercih ettin." Her şeyi biliyordu. Cebimdeki çakıyı parmaklarımla sıktığımda elimde hafif bir acı oluştu. Dikkatimi vermeliydim. Miray bu olaydan olabildiğince uzakta durmalıydı. Gölge Miray'dan uzak durmayarak onu nasıl bir tehlikeye çektiğini anlamıyordu. Tam bir aptaldı. Sinirle gözlerimi kapattım ve hemen açtığımda gözlerimi haylazın arkasında kalan masaya diktim. Miray yüksek bir kahkaha atıyordu ve gölge ışıldayan gözlerle onu izliyordu. Sanki bu anı uzun süre düşlemiş gibiydi. Tekrar haylaza odaklandım "O elinde işte, yakalamak için neyi bekliyorsun, buraya bir kamyon adam yığ istersen umurumda değil" dedim ancak dediklerime kendim inanmış mıydım? "birincisi küçük Nil, burası o aksiyona giremeyeceğim kadar çok kalabalık ve ikincisi arkanda kapının girişine yakın sivil polis var" dediğinde bakışlarımı arkama çevirmemek için zor tuttum kendimi.

Umursamaz bir şekilde omuzunu silkmişti. "Sana sadece yanlış tarafta olduğunu söylemek istedim çünkü o tarafta olursan sadece kurban olursun. Neden bir av olasın? Bakışlarından görüyorum sen bir avcı olmak için doğmuşsun" dedi ilk defa yüzündeki sırıtış gitmişti ve sesinde ciddiyet vardı. "Ne istiyorsun?" dedim, aklımda dönen binlerce çarkı susturmak için. "Öğrendiğin ve öğrenebileceğin her şeyi." Gölge hakkında her şeyi öğrenmek için beni bir piyon olarak kullanacaktı. Peki benim bu oyundan çıkarım neydi? kendimi bu oyuna sokarken kazanmak için girdiğimi hatırlıyordum ancak şuan içimde hissettiğim büyük bir kayıptan başka bir şey değildi. "Peki karşılığında?" dedim tek kaşım istemsiz havaya kalkmıştı gözlerim ise her zamanki gibi ruhsuz bakıyordu emindim.

Minik Nil kafamın içinde zıplıyor ve dur diye bağırıyordu. Onun çığlıkları, benim cümlelerime karışmayalı uzun yıllar olmuştu. "Özgürlük, dokunulmazlık, para" sanki çok basit gibi sıraladığı bu kelimelerin içimdeki herhangi bir heyecanı körüklememesi ne acınasıydı. Hafifçe gülümsedim ve cebimdeki çakıyı masaya çıkardım. İkimizinde görüş açısına geldiğinde, elimi kanattığımı fark ettim. Haylazda herhangi bir mimik oynamazken dikkatlice beni izliyordu. Elimdeki kan damlalar halinde masaya düşerken, saniyeler dakikaları deviriyordu. Çakıyı bir kaç kez elimde döndürdüm. Haylaz elini cebine attı ve çıkan broşürü önüme bıraktı. Özel bir üniversitenin, Tıp için yaptığı bir reklamdı. Gözlerimden bir hüzün geçmesini bekledim ama olmadı. İçim artık kendime acımıyordu. Muhtemelen bizim kapının önünden almıştı, onun için bir kozdu ancak ben bu broşürleri iki yıldır düzenli aralıklarla görüyordum.

Hayallerimde bana engel olan şey para mıydı yoksa kendimi yetersiz hissetmem miydi? Derin düşüncelere dalmanın sırası değildi. Bakışlarımı tekrar haylazın arkasındaki gölgeye çevirdiğimde mutlu olduğunu gördüm. Ne konuşuyorlardı neler oluyordu emin değildim. Miray eliyle saçma sapan hareketler yapıyordu ve gölge onu tebessümle izliyordu. "Hasta" dedim büyük bir yutkunmanın eşiğindeydim. "Her şeyi unutmuş" haylazın gözleri parladığında masaya hafifçe yaklaştı. İçimdeki çığlıkları susturdum ve ilk defa kendim için bir hamle yaptım. Hissediyordum hikaye asıl şimdi başlıyordu.


ZAİRHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin