1-Kırmızılı Oğlan

536 27 28
                                    

"Günler gitgide kısalıyor,

Yağmurlar başlamak üzre.

Kapım ardına kadar açık bekledi seni.

Niye böyle geç kaldın?"

Nazım Hikmet


Cihan annesinin sesini yine duymazdan geldi. Odaya birkaç dakika önce yine gelmiş onu uyandırmaya çalışmıştı, ama pozisyonu bile değişmemişti oğlunun. Yüz üstü yattığı yatağında yastığına sarılmış uyuyordu.

"Cihan uyuyor musun oğlum?" Derin bir uykuda olduğunu her halinden belli olan oğlu gözlerini zar zor açarak kapının girişinde bekleyen annesine baktı.

"Kahvaltı hazır kalk haydi artık" deyip kapıyı kapattı.

Daha fazla direnemeyeceğini anlayınca doğrulup arkasındaki duvara yaslandı Cihan. Gece de erken yatmıştı yorgunluktan, başında uzun bir uyku çekmiş olmanın ağırlığı vardı. Telefonunu eline aldı, saat 9'u geçmişti.  Yağmur damlalarının cama vuran tıkırtılarını fark edince çapaklanmış, kara gözleriyle yatağın yanındaki pencereye baktı. Yağmur bu coğrafyada hayatın rutiniydi. Rize'nin bu küçük ilçesinde her gün yağmur yağabilirdi. Yine de tek işe gitmediği pazar gününde biraz güneş görerek ve kendiliğinden uyanmayı tercih ederdi.

Sonunda yataktan kalkıp salona gittiğinde annesi, babası ve kardeşi masaya oturmuş kahvaltılarına başlamıştı, onlara katıldı. Kimse konuşmuyordu, zaten yemekler sessizlik içinde yenir, gerekmedikçe de pek sohbet edilmezdi. Son zamanlarda sessizliği ya annesinin kaygıları ya da kardeşi Mert'in ergenliği bozuyordu sadece. Kardeşi 17 yaşında olmanın gereklerini bazen babasına bile karşı çıkarak yerine getiriyordu. Üniversiteyi kazanacak, başka bir şehre gidip özgür olacaktı. Cihan da onun için bunu istiyordu en çok. Kendisi 5 yıl önce liseyi bitirdiğinde babasının ahşap atölyesinde çalışmaya başlamıştı. Ötesinin hayalini kurmamış, hiç aksini teklif etmemişti. O yüzden baştan kabul ettiği bu hayatı yaşarken şikâyet etmiyordu.

Babası masadan kalkıp televizyonun başına geçtiğinde annesi masayı toplamaya başlamıştı bile. Cihan kendi çayını doldururken "Ne bu acele anne?" diye sordu.

"Kıymet'e ziyarete gideceğiz teyzenle beraber."

Bir an Kıymet'in kim olduğunu hatırlayamadı Cihan, halbuki annesi her gün bir şekilde bu konuyu hatırlatıyordu. Annesinin arkadaşı Kıymet, kocası Mustafa'yı ani bir kalp kriziyle kaybetmişti. Geçen hafta o Trabzon'a bir teslimat yapmaya gittiği için katılmadığı cenazede toprağa vermişlerdi.

"Çok zor, çok" diye iç geçirdi annesi. Cihan'ın bu melankolik konuyla derinlemesine ilgilenmeye niyeti yoktu.

"Yazık oldu Mustafa Amca'ya." deyip geçiştirdi.

Zaten çok yakın iki aile değillerdi, annesinin bu kadar etkilenmiş olmasına da anlam veremiyordu. Gerçi annesi dışarısı ile yaşayan bir kadındı. Konu el aleme geldiğinde dünyanın en duyarlı insanı kesiliyordu. Yaşı ilerledikçe herkesin derdini de kendi derdi yapmaya başlamıştı iyice. İlçedeki dramatik olayları evde kimse umursamadığı halde konuşur durur, kendi başına çözümler üretmeye çalışırdı. "Belki babamı kaybetse bu kadar üzülmezdi" diye düşündü Cihan, sonra düşüncelerinde bile olsa ileriye gittiğini düşünüp pişman oldu.

Kahvaltısını bitirip biraz oyalandıktan sonra istemeye istemeye evden çıkarken elinde pazardan ve marketten alınacakların listesi vardı. İşleri arabayı almadan, yayan halletmeye karar verdi, zaten her yer yakındı. Kahverengi kıvırcık saçları dışarı çıkar çıkmaz yağmurdan ıslanmış, kabarmıştı. Hava da epeyce soğuktu, kapüşonlu hırkasının fermuarını çekip ısınmaya çalıştığında telefonu çalıyordu.

Daçxuri / Ateş (bxb)Nơi câu chuyện tồn tại. Hãy khám phá bây giờ