SIR 4: ''Araf''

313 113 24
                                    

MUTİMEDİA EZEL'İMİZ. (Kızımız için görüşlerinizi yoruma aktarın. :)

'ŞİMDİKİ ZAMAN'

Odamda oturup bir kaç yeni gelen kızın dosyalarını inceliyordum. Biri on altı yaşındaydı. En dikkatimi çeken de bu kızdı.

Sarı saçları vardı ve yeşil gözlere sahipti. Çok güzeldi. Hatta güzel denemeyecek kadar güzeldi. Buraya gelme sebebine baktım; Bir ay önce akıl sağlığını kaybeden Gamzenin annesi, kocasını ve bir de abisini öldürerek, ardından da kendini öldürmesi sebebinden Gamze yurda getirilmiştir.

Cidden kızın halini şuan düşünemiyordum. Yaşarken ölüyor olmalı. Bir ara gidip konuşsam iyi olacak. ''Bırakın beni! Babam beni çağırıyor. Annem de yanında. Bıraksanıza.'' Duyduğum sesler üzerine ayaklandım ve kapıya doğru koştum.

Kapıyı açtığımda tanıdık saçlarla karşılaştım. Gamze'ydi. ''Neler oluyor? Bırakın kızı!'' Dememle görevliler kızı bıraktılar. Kızı alıp odama soktum ve koltuğa oturmasını sağladım.

Ağlamaktan gözleri şişmişti ve altı morarmıştı. Dudağı çatlamıştı. İçim acıdı bir an, onu böyle görünce.

''Ne oldu? Güzelim.'' Dedim ve bende onun karşısındaki koltuğa oturdum. Benden çekiniyordu galiba. ''Korkma. Sana zarar vermem.''

''Ben gitmek istiyorum.'' Ayağa kalktığı sırada kolundan tuttum ve kendime çektim. Başını göğsüme yasladığı anda ağlamaya başladı.

''Ağlama. Şşş'' berber koltuğa çöktük.

''Benim annem babamı öldürmedi ki. Ben biliyorum. Onları başkası öldürdü.'' Hıçkırıklara boğulmuştu.

''Tamam. Tamam sen ağlama.'' Başını okşadım ve bir öpücük kondurdum başına. Burnunu çekmeye başladı ağlaması bitince.

Üzülme küçüğüm, en masumu burada sensin. Sen terk edilmeyi ve yurda gelmeyi hak etmeyen tek kişiydin belki de. Diğer bütün kızlar gibi. Hepsi benim kardeşim gibiydi. Onlar her ağladığında ben bitiyordum. İçim eriyip buzla karışıp katı oluyordu tekrar.

Melek gibi görünemeyen ama melek olan meleklerin üzülmesi, zoruma gidiyordu. Kimse ama kimse terk edilmeyi hak etmiyordu. Bu çok acı vericiydi. Dünya kanunda olan her şey çok acıydı aslında. Kim onu durdurabilirdi ki?

Kimse.

''Hadi odana git ve dinlen. Ağlama.'' Diyerek kızı odasına yolladım. Paydos saatim gelmişti, eşyalarımı alarak odayı terk ettim.

Koridorda yürürken topuklu ayakkabılarımın bıraktığı tok sese verdim kulaklarımı. Önce bir lavaboya gidip saçımı başımı düzeltsem iyi olacaktı. Sağa dönerek, lavaboya girdim. Çantamı asarak ellerimi yıkadım. Ardından yüzüme su serptim ve kuruladım, peçeteyle.

Aynaya takılınca gözüm, kendimi süzdüm.
Siyaha çalan orta boy saçlarım, açık yeşile yakın gözlerim, uzun boyum ve zayıf silüetim. Güzel bir kız mıydım? Bilemiyorum.
Kendimi beğenen biri değilim. Daha çok etrafımda neler olup bittiğine bakan biriyim. Yani beni nasıl algıladıklarına...

Kimisi güzel olduğumu söyler, kimisi de koca karı tabiriyle; 'Kemik torbası' olduğumu söyler. Ben ise kulak asmadan geçerim.

Tuvalette sıkılarak, daha doğrusu artık çıkmam gerektiğini anlayarak; çıktım. Koridorlarda yürürken sadece ayakkabılarımdan çıkan tok sesi duyabiliyordum. Çıt yoktu.

Eh buda biraz rahatsız edici.

Güneşin doğuşuna muhtaç bir kaç velet ve onlara iyi davranan bir müdür. Bence onlarda güneşin doğuşunu hak ediyorlar. Ben etmesem de, onlar hak ediyor.

SIRWhere stories live. Discover now