40.BÖLÜM (FİNAL) (ÖZÇELİK SÖZÜNÜ TUTAR)

6.2K 509 493
                                    

Derya kuru / Ey aşk sana geldim
Çağatay Ulusoy /Mutlu sonsuz

...............................~ZS~.............................

Yıldırım'ın ağzından :

Birine ne kadar kırılırsan, o kadar onu seversin derler. Çünkü sevmediğin insan seni üzemez, canını yakamaz. Ama sevdiğin insana, aslında nereden vurması gerektiğini gösteriyorsundur. "Bak, buradan yaralıyım. Benim yaram bu. Ne olursa olsun, deşme orayı," dersin. Ama o, eğer orayı deşerse, her şey bir anda tepe taklak olur. Tıpkı şimdi olduğu gibi...

Bunu Asena sayesinde öğrenmiştim. Ben ona yaramı göstermiştim; o ise beni tam da oradan vurmuştu.
Ona kızıyor muyum? Hayır, artık ona kızmıyorum. Zaten ortada kızacak bir şey bırakmamıştı ki.

Ortada tek bir şey vardı: Bana güvenmediği... İlk defa bana güvenmiyor değildi, bu sürekli oluyordu. Ve ben, artık bundan yorulmuştum. Asena'nın bana güvenmemesi koskoca altı yılı götürmüştü. Az buz bir zaman mı bu? Altı yıl...

Şu an onun, Zehralar ile kaldığı evdeyim. Gidecek başka yerlerim vardı, ama o yerlere tek tek gelmişti: Cesur Baba'nın yanına, Aslan'ın dağ evine, babamın mezarına ve daha birçok yere. Evimizi yaktıktan sonra gidebileceğim tek yer, ona ait olan bu evdi. Bu evi zaten yıllar önce Yiğit almıştı, sırf Zeynep'in hatırası için. Şimdi ben, evin bir odasında kara kara düşünüm. Şimdi ne yapacağım?

Asena buraya gelemezdi. Çünkü buranın hâlâ onun evi olduğunu biliyordu ve benim burada olacağımı düşünmüyordu. Ben ise onun hatırası olmadan yapamıyordum. Aşık mıydım fazlası ile ama aşk yetiyor mu bazı şeyleri düzeltmeye bilmiyorum.
Koca evde bir kilit sesi duyulduğunda, oturduğum yerden kalkmadım. Yine Yiğit gelmişti. "Gelme," desem de geliyordu. Söz dinleme huyu yoktu artık. Eskiden asker olduğu için emir verirdim; şimdi o da yok, anca adamı kovuyorum.

Başım ellerimin arasında, yere sabitlenmiş halde otururken, başımda bir gölge belirdi. Yiğit'in asla beyaz ayakkabıları olmazdı. Beyaz ayakkabı giyen tek kişi Aslan'dı. Kafamı kaldırıp, başımda zebanî gibi dikilen arkadaşıma baktım.

"Seni arıyordum," dedi.

"Buldun işte. Ne istiyorsun?"

"Gel, Asena'nın yanına gidelim," diye söylediğinde, acı acı güldüm. Daha düne kadar Asena'ya kan kusturmuyor muydu bu adam? Şimdi gerçekleri öğrenince onun tarafına mı geçmişti?

"Uyuyacağım," deyip kestirip attım. Asena ile konuşmak istemiyorum. Şu an olmaz.

"Tamam, onun yanında uyursun," dediğinde, sabrımın sınırlarında olduğunun farkında değildi. Zaten Asena'nın yaptığından dolayı hâlâ sinirliyim, patlayacak yer arıyorum, bir de bu üstüme geliyor. Beş dakika huzur yok mu, lan?

"Aslan!? Siktir git, kardeşim," diye dişlerimin arasından konuştum ve yatağa uzandım. Sırtımı ona döndüğümde, o gitmek yerine konuşmayı seçti.

"Tüm gerçekleri bilmene rağmen, niye affetmiyorsun?"

"Kızgınım ona!"

"Biz de kızgındık ama geçti." Yatakta bir ağırlık hissettim; yanıma oturmuştu. Kovduğum halde oturmasına artık şaşırmıyorum bile. "Bu kız, benim küçükken yaptığım şey yüzünden gitti. Bizi korumak için gitti."

Sinirle uzandığım yataktan kalktım.

"Sorun o ya, Aslan! Söyleyerek gitmedi. Bana güvenmedi, gitti. O Kenan Albay'a anlattı!"

BİR KİBRİT YAK Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin