4. Bölüm: "Delikanlı bileği"

1K 148 15
                                    

Günler, başakların rengine boyanmıştır Mardin'de, geceler ise o güzel rengin hayaliyle geçer. Alışır ya insanoğlu yaşadığı her yere, bende işte öylece alıştım yeni evime. Güneş doğmadan evimden çıkıp merkeze kadar atla gitmeye, Zinciriye Medresesinin bahçesinde güneş ışıklarını selamlamaya, Cumhuriyet caddesinde yaptığım erken saat kahvaltılarına, sanki ömür boyu bu rutini yaşıyormuşçasına alışmıştım.

Sabah okulumun kapısını açtığımda Berfin, yine yanı başımda dikiliyordu. Babasının kesin emri olmasına rağmen bu küçük kızın büyük gözleri, öyle şeyler vaat ediyordu ki bana, gelme demek içimden gelmiyordu. Hem Amir beyin kesin emirlerinin benim üzerimde bir etkisi olduğunu da söyleyemezdim zaten.

Berfin, her sabah benden önce okulun bahçesinde olur, ilk olarak bahçedeki çer çöpleri toplar, çocukların top oynarken sildikleri sıra çizgilerini üşenmeden yeniden çizer, sonrasında Atatürk büstünün hemen yanında oturur beni beklerdi.

Akranları arasında, zeka seviyesi ve kavrama gücüyle açık ara ilerdeydi bu minik kız. İşlenmeye aç hafızası, söylediğim her kelimeyi adeta içine hapsediyordu. Okumayı kısa sürede çözmüştü çözmesine ama okunmadık kitap bırakmamıştı elimde. İstanbul'daki arkadaşlarımdan ona özel bir set göndermelerini istemiştim hafta başı.

"Öğretmenim, ben hemen çayınızı koyayım da kendinize gelin" diyerek mutfağa koşan kızın arkasından baktım bir süre. İlk kez bana çay demlediğinde delireceğimi sanmıştım. Küçücük kızın elinde kibritle ocağa yanaşması benim için o kadar büyük bir problemdi ki.

Ama sonra gülerek gün içinde yaptığı işleri anlatmıştı bana Berfin. Boğazımda bir yumruyla dinlediğim kalemlerce iş içinde çay demlemek devede kulak bile kalmıyordu ne yazık ki...

Küçük kadınları vardı bu şehrin. Hayatları omuzlarından büyük ve ağırken bile, yüksünmeden onu sırtlamış, küçük, dev yürekli kadınları vardı...

Ders zili çaldığında bütün öğrencilerim istisnasız sınıftaki yerlerindeydi. Her biri okulda öğrenecekleri bilgiler için istekli. Tahtada matematiksel işlemleri anlatırken, Ömer'in sesiyle arkamı döndüm.

"Öğretmenim! Her şeyi anladım da şu matematiği neden öğrenmemiz gerek anlamadım. Ne gerek var ki?"

"Ömer, baban ne iş yapıyor?"

"Hayvanlarımız var bizim öğretmenim. Mandıracıyız biz."

"Çok güzel, peki babanın kaç tane hayvanı olduğunu, kaçının koyun kaçının keçi, kaçının inek olduğunu bilmesi lazım değil mi?"

"Elbet bilmesi lazım."

"Pekiyi, mesela kurbanlık baktığınız sığırların kaç liradan satılacağını, kurban pazarına kaç tane götürdüğünü, kaçını sattığını, ne kadar para kazandığını, hep bilmeli değil mi?"

"Elbet öğretmenim, eğer bilmezse nasıl döner iş?"

"Tamam işte Ömer, bu anlattıklarımın hepsi matematiksel işlemler. Eğer baban matematik bilmezse, sizin işler dönemez."

Küçük çocuk, bir süre bana bakarak, düşündü, dünyada bu zamandan daha değerli hiçbir zaman yoktur. Duyduklarını mantığına oturtup, kabullendiği o an gözlerinde parlayan ışık, daha güzel bir dünyanın teminatıdır bana göre.

Başını sallayan Ömer'e seslendi Berfin, arka sıradan.

"Hem tabiî ki matematik bileceğiz Ömer, sonra büyükler elimizdeki yirmi tlyi alıp bak bunlar daha fazla diye demir para vermeye çalıştıklarında tongaya düşmemeliyiz."

YÂR'E SELAM DURANLARWhere stories live. Discover now