Umut Işığı

172 27 5
                                    

Araba yavaş yavaş ilerleyip okul kapısından çıkarken ben de içimde yavaş yavaş ilerleyen yersiz korkuya kapılmaya başlamıştım. Bu çocuğu tanımıyordum. Sırf iki bakıştık, selam verdi diye ona güvenemezdim. Ama hayır! Bir şey çok derinden bir şey onun diğerlerinden farklı olduğunu haykırıp duruyordu.

"E..efendim?" Çocuğun bir şey dediğini duymuştum. Sadece düşüncelerim beni içlerine o kadar çok çekmişlerdi ki ne dediğini duyamamıştım.

"Çocukları iyi benzettin." Sesi oldukça melodikti. Bir anda beni bu dünyalardan alıp çok çok uzaklara götürmüştü sanki. İçimin hareketlenmesini ve ısınmasını sağlamıştı. Evet, sıcak arabada ıslak kıyafetlerimle otururken beni ısıtan arabanın havası değil onun tarif edilemez sesi olmuştu. Birkaç dakika sonra asıl dünyaya dönmem gerektiğini fark ettim.

"Şey... teşekkür ederim.. Yani sanırım..." Son eklememin üzerine dudağının kenarının hafifçe kıvrıldığını görebiliyordum. Arabaya bindiğimden beri ona bakmamıştım. Direkt olarak gri, yağmurlu şehir yollarına bakmıştım. Fakat yan gözle gördüğüm o gülümseme bana bir anda cesaret vermişti.  Kendimi tutamayıp başımı ondan yana döndürdüm. Ve evet işte tam karşımda duruyordu. Kanlı, canlı bir şekilde. Bakışları ifadesiz ve sertti. Tamamen yola kilitlenmişlerdi. Siyah saçları sabahkinden de düzgündü neredeyse. Bir kısmı sola yatırılmıştı. Normalde kimseye yakıştıramadığım ve yapanlara özenti gözüyle baktığım saç modeli ona ciddi anlamda uymuştu. Deri ceketin sarmış olduğu kolları direksiyonu tutarken hafiften gerilmişlerdi. Kolları kaslıydı. Fakat hoş bir kastı. Ağabeyiminki gibi içi boş bir kas kütlesi değildi. İhtiyacı olacak kadar kası vardı. Bir durumda kullanmak için. İnsanlara hava atmak için değil. Birden sert bakışlı yüzüne geri döndüm. Teni (her ne kadar benimki kadar beyaz olmasa da) havada kaybolacak kadar soluk bir beyazdı. Onu belki de bütün yolculuk boyunca izleyebilirdim. Fakat bir anda bana dönen mavi-ela gözler bunu olanaksızlaştırdı.

Derhal bakışlarımı önüme çektim. "Be... Ben özür dilerim." Çocuk kısık bir kahkahayı dudaklarıyla buluşturma şerefine eriştiğinde bense biraz rahatlamış biraz da utanmıştım.

"Hey, sorun değil." Bunu söylerken yola bakıyordu. Ancak bir şekilde gözlerinin içinin güldüğünü görmem için bana bakmasına gerek yoktu zaten.

O andan itibaren amacım geriye kalan yolculuğumuzu sessizlik içinde geçirmekti. Fakat bu taii ki mümkün olmamıştı. Bir anda kafama dank eden düşünceyle çenemi tutamamıştım.

"Hey, biz nereye gidiyoruz???" Sesim bir anda fazla heyecanlı çıkmıştı. Çocuk bana bakmadan o muhteşem sesiyle konuşmaya başladı. "Seni evine bırakıyorum." Bir saniyelik sessizlikten sonra muzipçe ekledi. "Yoksa başka bir şey mi yapmak isterdin?" Yanaklarıma hücum eden kanla yüzüm yanmaya başlamıştı. Utancımdan ölmek üzereydim. Küçük bir kahkaha daha kulaklarımı şenlendirdiğinde fark ettim. Bundan zevk mi alıyordu bu ya? "Hayır, teşekkürler kalsın." Sesim nihayet kendimden emin çıkmıştı.

Çocuk sen bilirsin gibisinden bir işaret yaptıktan sonra yine sessizliğe gömülmüştük. "Ben sadece sana evin yolunu tarif ettiğimi hatırlayamadım." Çocuk yavaş yavaş arabayı durdururken kendimce konuşulanları idrak etmeye çalışıyordum.

"Benim de kendimce yöntemlerim var." Ardından da ağır bakışlarla gözlerini evimin bulunduğu sokakta dolaştırdı. New York'un dışında kalan sıra sıra evler, biraz ileride gözüken şehirden çok daha sakin, huzurlu duruyordu. Çoğunlukla ağır basan beyaz, bej evleri ve önlerindeki yeşillikleri gözleriyle tararken bir an için oldukça huzurlu görünüyordu. Sonunda keskin bakışları bana geldiğinde içimi bir ürperti kapladı. Arabadan inmek için kapı koluna uzandım. "Şey... teşekkür ederim..." Adını bilmediğimi fark edince cümlem bir anlığına havada kaldı. Çocuk benden diğer tarafa bakarken sesiyle bir kez daha içimi ısıttı.

Şeytanla Dans (Andy Biersack, BVB, Black Veil Brides, Fanfiction)Where stories live. Discover now