Bölüm Otuz Sekiz

121 6 0
                                    

Kitaplarda okuduğumuz, filmlerde izlediğimiz mutlu son gerçek hayat için koca bir yalandan ibaretti. Mutluluk hiç bir zaman kolay elde edilen, karanlıktan kurtuluş da hiç bir zaman bedel ödemeden elde edilen bir şey değildi. Hiç bir zaman karanlığı yaşamadan aydınlığı yaşayamazdınız. Hayat böyleydi. Biz insanların bir şeye kolayca ulaşmasını sevmiyordu ve önüne aşamayacağı kadar büyük engeller koyuyordu. Ama önemli olan hayatın sana verdiği acı ve önüne koyduğu engeller değildi. Önemli olan bunu imkansız olarak görmemek ve bir şey yaşadığınız anda bunu en büyük sorun olarak görmek yerine sabırla doğru zamanı beklemek ve yoluna sokmak uğruna çabalamaktır. Nefes aldığınız sürece sizi hiç bir karanlık yıldıramaz. Bu yüzden gece çöktüğü anda yapmanız gereken en son şey boyun eğmek ve savaşmaktan vazgeçmektir. Karanlık çöktüğünde savaşmaya devam ederseniz, uzun bir süre sonra olsa dahi o aydınlık gün mutlaka gelecektir. Yahut bu yolda ilerlerken çokça kez düşecek, çokça kez canınız yanacak. Bu durum, hayatın sizi yıldırmak için yaptığı bir kaç oyundan ibarettir. Şunu bilin ki siz vazgeçmediğiniz sürece o yoldan sizi hiç bir şey yıldıramaz. Ta ki siz nefes almayı bırakıp ölmeyi tercih edene kadar. İşte nefes almayı bıraktığınız o anda siz ölene kadar sürecek gece başlamış olacaktır.

Öte yandan karanlığın ne derece ve ne kadar süre olacağı ya da sonu erip ermeyeceği belirsiz bir durumdur. Evet, doğru okudunuz birde sona ermemek gibi bir olasılığı var. Hayat bazen çabalamak ve kazanmak terimleri arasındaki oyun değildir. Hayat bazen acımasız ve katıdır. Hayatın çabaladığın zaman elde edebileceğin aydınlığı olduğu gibi istediğin kadar çabalasan da içinde ölebileceğin karanlığı da vardır. Bu da hayatı iki yüzlü yapan yönüdür. Peki bu bağlamda Colin ile Niall kazanabilir miydi? Yoksa onlar ne olursa olsun ayakta kaldıkları için kazanmış mıydılar? Daha önemlisi fiziki olarak yan yana olmak mı yoksa ruhların yan yana olması mı kazanma kaybetme durumunu belirliyordu?

Colin'e göre aşkları her şeye rağmen tüm canlılığı ile devam ettiği için kazanmışlardı. Niall'a göre bitmesi gereken bir savaş vardı. Yani hayatta aydınlığı yakalamak sizin ne kadar gördüğünüze ve seçimlerinizin doğruluğuna bağlıydı. Bu da ince bir ipin üzerinde hiç bir destek olmadan yürümek gibiydi. Yanlış adım atarsan, düşersin. Doğru adımı atarsan da zorlu engeli aşmış olursun.

Peki size göre Colin ile Niall nasıldı? Onların arasındaki bağ, onlar bir birinden ne kadar uzakta olurlarsa olsunlar bir arada mı tutacaktı ? Yoksa Miles, tüm bağları koparıp her şeyin sonu mu olacaktı? Bu değişken bir durumdu. Sonuçta çabalamak ve kazanmak arasındaki oyunda sadece iyi insanlar olmadığı gibi kötü insanlarda olabilirdi ve birisinin kazanması demek birisinin kaybetmesi demekti. Bu düzenekte hem karanlığın çöküşüne hemde aydınlığın çıkışına kolayca inanabilirdik. Bu da size anlattığım şeyleri doğrulayan şeydi. Peki olaya nasıl bakmalıydık? Hep kötüler kazanır şeklinde mi? Yoksa iyiler çabalar ve kazanır şeklinde mi? Durun, ben size söyleyeyim; Bu iki taraftan birisi ya aydınlığı ya da karanlığı getirecekti ve bu hangisinin daha çok inandığına bağlı bir durumdu.

Miles " Sen benim favorimsin, Andrew" dedi İngiliz aksanıyla. Zach, acıyla dizlerinin üzerine düştü. Sırtından giren mermi nefesini kesmişti. Sıcak kan gömleğini kırmızı renge bürünmesini sağlarken Andrew hızla arkasına döndü. Kahverengi gözleri dizlerinin üzerine düşen en yakın arkadaşı ile karşılaşınca irileşti. Andrew, başından aşağı kaynar sular dökülmüş gibi hissetti. Bir şeyler yapması gerekiyordu ve bunu gayet iyi bir şekilde biliyordu ama şoka girdiği için hareket edemiyordu. Sanki ayakları yere çivilenmiş, boğazı düğümlenmiş gibiydi. Zach, Andrew'e özür dilercesine baktı.

Andrew " Zach?" dedi kısık bir sesle. Zach, ona cevap vermek için ağzını araladığı anda ağzından kan boşaldı. Zach ağzındaki kanı atmak ile uğraşmaya çalışmadı çünkü bunu yapacak gücü kalmamıştı, dizlerinin üzerinde durmak bile zor geliyordu. Miles, Zach',n ağzına kan dolması sonucu konuşamayaşını görünce sırıttı. Miles, inanılmaz derecede soğuk kanlı bir tavır sergiliyordu. Karşında canıyla savaşan insanı umursamıyor sadece kitlendiği hedefine bakıyordu. Miles'ın gözleri ışıl ışıldı. İçinde büyük bir hırs ve kazanma isteği vardı. Bu hali bile ondan korkmak için geçerli bir nedendi. Andrew ise çaresizlik çukuruna düşmüştü. İçinde büyük acılar çığlık atmaya başlamıştı. Sevdiği insanları teker teker gözünün önünde gidişini izlemek canını yakıyordu. Annesinin beyni felçti ve tedavi olmadığı bu süre boyunca durumu git gide kötüye doğru gidiyordu, Eva ise olanları öğrendikten sonra yüzüne bakmayacaktı. Ne de olsa en iyi arkadaşının hayatını karartan adama yardım ediyordu. Simdi de en iyi arkadaşı gözleri önünce can veriyordu. Andrew'in gözleri doldu. İhtiyacı olan para için bulaştığı bu belada eriyip gidiyordu. Annesi yakında ölebilirdi, arkadaşı ölüyordu ve aşık olduğu kız her şeyi öğrenince ondan nefret edecekti... Bunu yapmak istemiyordu, insanları kullanmak ve hayatlarını karartmak istemiyordu ama lanet olası o paraya ihtiyacı vardı ve Miles öyle ya da böyle onu, oyunu bitene kadar yanında tutacaktı. Andrew, hiç bu kadar çaresiz ve kötü hissetmemişti. Bu belaya başından beri bulaşmasaydım şimdi en yakın arkadaşımın ölüşünü izlemek zorunda kalmayacaktım, diye düşündü.

Mutlu Yıllar (Düzenleniyor)Donde viven las historias. Descúbrelo ahora