Bölüm Kırk İki

101 3 0
                                    

Yazarın anlatımı:

"Gerçeklik, ona inanmayı bıraktığın vakit, kaybolup gitmeyendir."

-Philip K. Dick

195 ülke, 7 milyar insan topluluğu. Aralarında dolaşan vahşi insanlar, mutasyona uğrayan insan zihinleri. İşte gerçek kıyamet. İnsanlar gün geçtikçe hayvanlardan üstünlüğünü yitiriyor ve akla alınmaz şeyler yapıyorlardı. Siyahiler, beyazlar, sarılar.. tüm insanoğlu gün geçtikçe kendi arzusuna hapsolmuştu. Amerika, Japonya, Rusya, İngiltere, Afrika, Arabistan... Tüm bu farklı kültürlerin tek bir çatı altında toplanmasındaki öz ortaktı. İnsanların doğası değişiyordu. Dünyanın dört bir yanında Niall ve Colin gibi milyonlarca insan vardı. Belki birebir aynı olaylar değildi ama benzerdi ve bu da dünyanın iyi bir noktaya gitmediğinin kanıtıydı.

Peki ya kahramanlar, onlar gerçekten var mıydı, ya da orada bir yerde bir çözüm var mıydı?Bunun cevabı ancak ve ancak, 'güçlükle evet''ti. Güdülenmiş her insan kolaya kaçmadığı sürece o labirenti tamamlayabilirdi. Lakin bu noktada iki dal bir birine çakışması gibi bir gerçeklik ortaya çıkacaktı. Bu da tamamen baskın olmakla ilgiliydi, ipleri eline almakla ilgiliydi.

Gökyüzü iç yumuşatan mavilikteydi. Batan güneşin rengi gökyüzünde karışmış, sarı, turuncu ve kırmızı renkleri gökyüzünde hakim olmuştu. Biraz daha aşağı indiğimizde yapraklar ahenkle dans ederek aşağı doğru süzülüyordu. Yeryüzüne tamamen indiğimizde ise sessizliğin içindeki gürültüye şahit olabilirdiniz. Sessiz ruh gibi gezinen insanların zihinleri hiç durmadan düşünüyordu. Yer yüzünden hızla ilerleyip Miles'ın yanına geldiğimizde de ölüm sessizliği hakimdi. Ne somut bir ses ne soyut bir ses vardı. Sadece evinin bahçesinde oturuyor, yemeğini yiyordu. Yemek bıçağı ile özenle etini kesti ve çatalına batırdığı parçayı hemen ardından ağzına attı. Ağzına attığı eti ağzında evire çevire çiğnerken sokak kapısından büyük bir gürültü duyuldu. Kapının kırılması sesinin ardından içeri koşarak giren bir grup adam ellerindeki silahı kaldırıp namluları Miles'ın iki yanındaki adamlarına doğrultmuş, hemen ardından tetiğe basmıştı. Miles'ın her iki yanındaki adam acıyı bile hissedemeden nefesleri kesilmiş yere yığılmışlardı. Miles'ın ise sadece saçları savrulmuştu.

"Ah, lanet olsun!" diyerek gürledi. "Jean, sana soya sosu da koy demiştim,"diye devam etti. Hemen ardından başını kaldırdı ve şaşırmış gibi yaptı "Misafirlerim mi var? Sizi beklettiğim için gerçekten üzgünüm. Kaba davranmamam gerekirdi. Gerçi ellerinizdeki silahlar beynimi patlatmak üzere duruyorlar ama her neyse," dedi. Üslubu sanki kraliyet ailesi ile konuşuyormuş gibiydi. Son cümlesine birde gülmüştü. Eliyle bekleyin işareti yaptı ve telefonunu çıkardı ve bir adamının telefonunu aradı. Telefon saniyesine açıldıktan hemen sonra dediği tek kelime "Destek,"di. Tek bir kelimesiyle saniyeler sonra evin kapısından yaklaşık bir düzine adam silahlarıyla birlikte çıktı ve yerlerini aldı. Bir kaç dakika sonra mermiler, yumruklar ve tekmeler havada uçuşmaya başlamıştı. Onlara saldıran taraf Niall'ın tuttuğu adamlarıydı. Oldukça çetin ceviz ve zekiydiler. İyi silahlarla donanmışlar, iyi bir eğitim almışlardı. Düşmanını iyi tanıyor ve zayıf noktalarına yöneliyorlardı. Kevin ise içeri girmeden siyah filtreli olan arabada olan biteni izliyordu. Niall'ın adamı olan dövmeli adam, Miles'ın adamı olan iri yarı adamın eklem bölgelerine hızlıca vurdu ve sonra göğsüne tekme atıp veridi. Silahının arkasını yüzüne hızlıca indirdikten sonra, sırtına çıkan adam için kendini geriye doğru hızlı hızlı duvara itti ve adamın duvarda sıkışmasını sağladı. Miles ise oturduğu yerden rahatça kalktı ve aralarından sanki tüm bu olanlar normal bir şeymiş gibi geçti ve evin içine doğru aheste aheste yürüdü. Eve girdiğinde saate baktı, yukarı çıktı ve odasına girdi. Lacivert cam parfüm şişesini eline aldı ve siyah kapağını açıp üzerine sıktı. Daha sonra uzamış dalgalı saçlarını eliyle geriye doğru attı. Siyah ceketini üzerinden çıkardı, gardırobuna doğru ilerledi.

Mutlu Yıllar (Düzenleniyor)Where stories live. Discover now