0.2

157 23 13
                                    

''Kayıta başla, sessiz. Seni farketmemeli.''

Her hastaya yapıldığı gibi, Judith'i de çekiyorlardı, ona yapılan minik deneyleri, gizlice. Judith, yapılan deneylerle daha kötüye gidiyordu, belki de hep böyleydi, yalnızca deneylerle bunu daha iyi anlıyorlardı.

Vermediği cevapların sorularını defalarca sordular, sallanmaya ve ellerini incelemeye devam etti, gözlerini ovuşturuyordu, bir kaç günde daha da yaşlanmıştı sanki.

Garip oturuşu ve davranışları herkesin sinirlerini bozuyordu, bir anda ellerini sertçe masaya vurmaya başladı, vurdu, vurdu ve vurdu.

9'uncu kez 'dur' denildiğinde elini havaya kaldırdı, fakat bu sefer kendisi masaya vurmadı. Masa kendiliğinden çöktü.

Bu, odada olan herkesi derin bir şaşkınlığa sürüklemişti, ilk defa böyle bir şey görüyorduk, Judith Lee Winstead, şu ana kadar ki tüm hastalardan güçlüydü.

Aynı günün öğleni, doktor West kahvesini içerken olanları düşündü, daha sonra da bunu devletle konuşup konuşmamayı.

Henüz olanları tam olarak bilmiyorlardı, biraz daha ileriye gitmek daha iyiydi.

Kayıtın yarısında, West'in çocukları ile olan konuşmaları geçiyordu. Çocuklarına soruyorlardı,

''Babanız size ilgi gösteriyor mu?''

''Evet, fakat işine daha fazla.'' Röportaj yapan adam güldü,

''Oyun oynuyorsunuz, nasıl bir oyun oynuyorsunuz peki?''

''Babam bana hayvanların özelliklerini soruyor. Atların kaç gözü var, tarla sincaplarının kaç kulağı var, balıkların kaç burnu var, koyunların kaç ayağı var gibi. Anlamsız fakat eğlenceli!''

Kayıtlar karışmış olmalıydı, yine de, durun. Bu hikayenin başı.

Yine Judith. Doktor West kahvesiyle onun karşısında, yanında ise Susan, yani hemşire var.

Hemşire sordu,

''Bu odada olmayan bir varlığı çizmeni istiyoruz. Aklına ne gelirse, yalnızca çiz.''

Judith, anlamsız bakışlarla ona baktı, başını ovuşturdu, kağıdına kapandı. Kalemini sert bir şekilde tutarak kağıda darbeler attı, en sonunda, kağıdı onlara çevirdi.

Susan, her ne gördüyse, sandalyesini hışımla itti ve kapıya yürüdü. Daha sonra ise, vazgeçerek hastanın üstüne atladı.

Elinden geldiğince hırkasını çekiştirip yüzünü tırmalarken,

''Beni korkutamazsın!'' diye bağırıyordu. Onları anında ayırdılar, olanları Susan'dan dinleyin.

''Kağıtta..bir yonca vardı. 17 yaşlarımda, arkadaşımın evinde kalıyordum, okulum arkadaşımın evine daha yakındı. Annem o günün akşamı eve gelmem gerektiğini söyledi fakat gitmedim, arkadaşlarımla bir bardaydım ve-, gitmedim işte. Ertesi sabah, onun öldüğünü öğrendim. Bu bende bir şok etkisi bıraktı, cenazesine bile katılamadım. Fakat elimde annemin cesedinin resmi vardı. Elbisesinin üzerinde ise, her zaman taktığı kolyesi, yonca. O-, o şey neler olduğunu biliyor. Bana.. 'Orada değildin.' dedi.''

Aynı anda Judith, saçlarını karıştırarak gülüyordu, boğazından çıkan minik hırıltılar Henry'nin sinirini bozsa da Doktor West'i beklemeye devam etti.

Akşam, Susan'ın sırasıydı. Hafta sonları, hastalar hastanede kalmalıydı, ortaya çıkabilecek her türden sorun için, onları odalarında bir hemşire ile tutuyorlardı.

Susan'ın kamerayla çekildiğinden haberi bile yoktu, çünkü sigara içiyordu ve sigara içmek yasaktı. Kameranın açılmasından bir kaç saat sonra, Judith, uyanıyor. Yavaşça ayağa kalkıyor, örtüsü yere düştüğünde Susan başını kaldırıyor ve ona bakıyor.

Fakat garip bir şekilde, hasta Judith uyumaya devam ediyor. Elini kaldırdığında, etrafında ki her şey uçuşmaya başlıyor, dosyalar, lamba, kutular ve sandalye.

Daha sonra ki hiç bir kayıtta Susan yok. Çünkü Judith'in telekinezi gücünü kullandığı anda kamera kapanıyor, Susan kayboluyor.

Fakat biliyoruz, o öldü.





fear ::Where stories live. Discover now