Bölüm 37

1.6K 124 12
                                    


Arthur'un kalbine kılıcı sapladığım anda, bedenine giren o kılıç bana girmiş gibi geriye doğru sendeledim. Bu sefer diğer yaptığım bütün kötülüklerden farklı olarak, farkında olduğum hareketlerdi. Her şeyin farkında ve bunu yapmak isteyen bir insandım. Ne Matilda ne de Arthur'u öldürürken küçük bir pişmanlık hissetmemiştim. Hatta bunun arkasından gelecek her türlü sorumluluğu kabul edecek durumdaydım. Şimdi Arthur'un bedeninden çektiğim kılıcın ucunda ki beden gözleri benim üzerimde, dizlerinin üzerine düştü. Gözleri geriye doğru kayarken, hiç beklemediğim bir şey oldu ve Arthur'un bedeni kül oldu. Kül olup yok olan bedene şaşkınlıkla bakarken, kılıç elimden düştü. Etrafta ne Arthur ne de küle dönüşmüş bedeninden bir kalıntı kalmıştı. Salonda ki tek ses az önce elimden düşen kılıcın yerde bıraktığı tıkırtı sesiydi.

İçimde bir yerlerde pişmanlık getirmesini istediğim his vardı. Ama ne o pişmanlık geldi ne de haz alma duygusu. Hiçbir tepki olmadan bedenim öylece durdu. İç dünyam karmaşadan çok uzaktı. Düşmansız ve rahattım.

Arkamdan gelen ayak sesine karşılık döndüğümde, gözlerinde saf şaşkınlıkla bana bakan Matthew'i gördüm.

'Ne yaptın sen?' dedi. Sesinde bir sertlik, babasını öldürdüğüm için kötü bir tepki bekledim. Beni öldürmesini belki beni buradan kovmasını... Ama sesinde hiçbiri yoktu. Sesi bir yana yüzünde şaşkınlık ifadesi dışında bir ifade de yoktu. Bende onunla birlikte şaşırarak, ne yapacağımı bilemeyen bir halde büyükbabama baktım. Aynı ifadeyi onun yüzünde görmeyi beklemiyordum. Her zaman ne yapacağını bilen büyükbabamdan gözlerinden yapmam gerekeni görebileceğimi beklemiştim.

Ama yapmam gereken bariz belliydi. Gerçeği kucaklamaktan başka yapabileceğim bir şey yoktu. Az önce iki kişiyi öldürmüştüm. Hem de canice. Ve kötü olan hiçbir şey hissetmemiştim. Bedenim her şeyi kabullenmişti. Yaptığımın arkasında durmalıydım.

Yere attığım kılıcı alarak, yüzüme bakan Matthew'i önemsemeden onun yanından geçtim. Halka doğru yürürken, arkamda bıraktığım ailemin bana baktığını biliyordum.

'Kralınız öldü' dedim yüksek sesle. İnsanların üzerinde bıraktığım izlenime bakmak için durduğumda herkesin gerçek bir açıklama ve sahiplenme duygusu içinde olduğunu görebiliyordum. İstediklerini onlara verecektim.

'Ve cadınız da. Cadınız beni öldürmek için yaptığı büyü yüzünden cezalandırıldı. Kralınız tarafından' dedim. Sesime kattığım kararlılığın insanlar üzerinde gerçek tepkiler bıraktığını görmemle bir adım daha yaklaştım.

'Ancak kralınız bana oyun oynadı. Onu öldürmemin benim isteğim olduğunu sizleri inandıracağını söyledi. Beni öldürmekle tehdit etti. Ve ona bu cezayı biçtim' dedim.

'Kralımız kim?'

Kalabalıktan gelen sesle bir dakika dursam da, bir adım daha atarak kendimi kalabalığın arasına attım.

'Matthew, yeni kralınız' dedim. Arkama dönüp Matt'in ne tepki vereceğini önemsemedim. Matthew'in bunu kabul etmeyeceğini biliyordum. Bunu kabul etmesinin tek yolu halkın zaten onu öyle görüyor olmasından geçiyordu. Ki öyle de oldu. Halk hep bir ağızdan 'Kralımız çok yaşa' sesleriyle salonda seslerini yükseltirken, ister istemez dönüp aileme baktım. Gözlerinin önünde planlanmamış idamımın onlar üzerinde ne tepki bırakacağını bilemiyordum. Ama kendimi kötü hissetmiyor oluşum bile bu durumun nasıl sonuçlanacağını bana gösteriyordu. Katil oluyordum. Ya da katilden de öte vicdansız bir insana dönüşüyordum. Katil olmayı tercih ederdim. Ailem beni her zaman vicdan sahibi insan olarak yetiştirmişti. Her an beni etrafımda ki insanları nasıl üzmemem gerektiğini göstererek büyütmüşlerdi. Bununla birlikte, yapmam gereken tek şeyin kendimde olmasını istediğim gibi insanlara davranmam gerektiğini biliyordum. Tüm bunları unutup, iki cana kıymamın bende vicdan azabına yol açmasını beklemem normaldi. Ama yoktu. Ne vicdan azabı ne de bir sızı. İçim oldukça rahattı. Hatta istediğine ulaşan bir insan nasıl hissederse öyle hissediyordum.

Ejder LorduWhere stories live. Discover now