DOKUNUŞ

15.9K 98 9
                                    

Herkese selam! Uzun bir ara oldu. Hikayeme geri dönüp baktığımda yaptığım bir çok hatayı farkettim. Hoşuma gitmeyen kısımlar o kadar fazla ki! Açıkçası hikayeyi devam edip ettirmeme konusunda tereddütlüyüm. Bu arada yeni hikayeme göz atabilirsiniz. Her neyse şu ana kadar gösterdiğiniz tüm ilgi için teşekkürler!

Ediz bana samimi bir şekilde gülümsedi ve bu sabah nasıl olduğumu sordu. Çınar her zamanki soğukluğuyla yaklaştı. Hatta benden tarafa bakmıyordu bile. Ediz ise gülüyor, akın ve kızlarla şakalaşıyordu. Oydu. Ediz olmalıydı. Kahvaltı için kafeteryaya gitmeye karar verdik ve ayağa kalktık. İşte herşey o zaman oldu. Çınar uzandı ve elimi tuttu. Beni biraz sürüklemek zorunda da kalsa. Herkesin gözü önünde kafeteryaya el ele girdik. Bu iyi bir fikir değildi. Ediz herkese karşı iyi ve sıcak kanlıydı ama Çınar uyuzluğun beden bulmuş hali gibiydi ve hey bende kampın manyak diye hitap ettiği kişiydim. % 0 uyumla masalardan birine yerleştik. Ölen kızın oturduğu masaya güller koyulmuştu. Damla o kızın yerinde olabilirdi. Ya da ben. Bunu düşününce mideme bi ağrı saplandı ve zaten stresten azalmış iştahım tamamen gitti. Kahvaltı tabağımı itip etrafa baktım. Herkes bana ve masanın üzerinde Çınarla kenetlenmiş olan ellerimize bakıyordu. Acaba ne düşünüyorlardı? Şanslı olduğumu? Hayır. Ben bir tutsaktım. Edizin eli masanın altında bacağıma dokunduğunda titredim. Elini yavaşça baldırımdan yukarı kaydırdı. Eteğimin pilesiyle oynadı. Elini itmeye çalıştım ama izin vermedi. Etraftakilere çaktırmadan onu kendimden uzaklaştırmaya çalışıyordum ama çok zordu.

"Derdin ne? Napıyosun?!" diye tısladım. Sırıttı elini bacağımdan çekti.

"Unutma sen ortak oyuncaksın. Kurallarıma uysan iyi olur." dedi. Ondan iğreniyordum. Eve gitmek istiyordum. Annemi özlemiştim. İçimden bir çocuk gibi ağlamak geçiyordu.

"İyi misin?" Akın suratıma endişeyle bakıyordu. Bu son damla oldu. Gözlerim dolmaya başladı. Hızla masadan kalktım ve kafeteryadan koşarak çıktım. Ağlayarak öğretmen Thomasın kulübesine girdim. Beni ağlayarak gorunce şaşırdı.

"Telefon!" diye inledim. Annemin sesini duymaya ihtiyacım vardı. Cebinden telefonunu çıkardı ve hala şokla bana bakan gözlerle telefonu verdi. Dışarı çıktım. Annemin numarasını yazdım ve aradım. Neşeli bir şekilde alo deyince gözyaşlarım kesildi. Annem tekrar alo dedi.
"Anne... Benim. Özge"

" Kızım! Bitanem nasılsın? Herşey yolunda mı?" Sesimin titrememesine özen göstererek evet dedim. Biraz sohbet ettik ve annem işe dönmek için kapamak zorunda kaldı. Thomasa telefonu geri verdim. Onu çok ozlediğimden ve son olaylardan dolayı ağladımı söyledim. Anlayışla karşıladı. Simdi dersimizin olduğu yere doğru ilerledim. Bizimkiler hemen yanıma geldi ve ne oldu diye sordu. Bahaneler ürettim. Bana inanmadılar ama zorlamadılar da. Çınar yanıma yaklaştı.

"Konuşalım." dedi. Sessiz bir köşeye çekildik.

"Ne oldu?"

" Ne mi oldu? Sizin bana yaptıklarınızdan sonra sakin kalmak ve eskisi olmak çok zor. Ayrıca Ediz...." dedim ama cümleyi tamamlamadım.

" Ne olmuş ona? Seni rahatsız mı ediyor?" Endişeli bir şekilde soruyordu ama gerçekten umursadığından emin değildim. Yinede Ediz'in tacizlerine karşı beni koruyabileceğini düşündüm.
" Mesele şu ki( hala bitmedi sevdaaaam aasghsb) Ediz beni taciz ediyor. Tüm bu olanlara katlanmak yeterince zor. Ben idare etmeye çalışıyorum ama..." Derin bi nefes alman gerekti. Bana endişeli gözlerle baktı. Ellerini omuzlarıma koydu ve beni kendine çekti. Sarılışı karşısında şoka girdim ama içten bir sarılma şu an ihtiyacım olan birşeydi.

"Edizle konuşurum. Bir daha böyle birşey yaparsa bana hemen söyle." dedi. Tamam diye mırıldandım. O ise sırıttı ve parmağına bir tutam saç buklemi doladı. Yanaklarım alev alev yanıyordu. Neden her dokunuşundan bu kadar etkileniyordum? Yürüyen seksilik olduğu için mi yoksa sadece ondan korktuğum için mi?

"Saçların çok güzel." dedi. Damlanın derse gelin diye sesini duyunca elimden tuttu ve "Hadi gidelim Zeynep." dedi. Zeynep mi? Eski sevgilisi? O hikaye doğru muydu? Gerçekten öyle bir kız var mıydı? Beni ona benzetmiş olmalıydı. O an karar verdim. Bu çok benzediğim Zeynep ile ilgili daha fazla bilgi edinecektim. Çünkü beni öldürmeme sebebi bu olabilirdi. Sevdiği kıza benzediğim için. Bi şeyden emindim ki o da Çınar'ın bana Zeynepten bahsetmeyeceğiydi. O zaman öğrenmek için geriye tek bir kişi kalıyor. Hocalardan biri yerdeki bitkilerin adını İngilizce söylüyor ve herkes onu dinliyordu. Kızların yanlarına gelmemi işaret eden hareketlerini görmezden geldim ve onun yanına gittim. Ona katlanmak zor olacaktı ama tek çağremdi. Yüzüme en güzel gülümsememi yerleştirdim ve Edize baktım. Gülümsemem karşısında tek kaşını kaldırdı. Hocaya çaktırmadan

"Hayırdır kelebek felan mı yuttun? Bu ne mutluluk?" dedi.

" Hiiiç. Şey düşündüm de artık ortak olduğumuza göre birbirimizi daha iyi tanımalıyız."

"Sen zehirli mantar felan mı yedin? Birincisi ortak değiliz sen bizim tutsağımızsın. İkincisi seni daha iyi tanımak istemiyorum. Seni öldürmek istiyorum. Ayrıca ulu orta yerde ortak felan deme bana."  Bunlar çok hoş sözler değildi ama olsundu.

"Sizin ifşa olmanız benim sizi ele verecek tek bir hatama bakar. Adam ol ve bana neler yapmam gerektiğini oğret."

" Sen beni tehdit mi ediyorsun?"

"Dedim ya. Bence-" Hocanın kafama fırlattığı dal parçası yüzünden sözümü tamamlayamadım.

" Bu iki arkadaş dersi dinlemek istemiyor galiba. Pekala. O zaman size uzun bir görev veriyim. Konuşacak vaktiniz de bol olur. Bize yeşil saplı mavi şapkalı mantarlardan bulun. Size 2 saat veriyorum. Bulamazsanız, Gece dışarıda uyursunuz." Bu imkanız görevdi. O mantarı bulmak milyonda bir ihtimaldi. Yinede bu görevin onunla başbaşa konuşmak için bir fırsat olacağını düşündüm. Ediz homurdanırken bende onunla birlikte mutlu bir sekilde ormana yürümeye başladım. Şans benden yanaydı.

Kesinlikle şans benden yana değildi. Ediz kesinlikle mantarı bulmaya odaklandı ve benimle tek kelime konuşmaldı. Normalde susmayan insan şimdi dilini yutmuştu. Bi kaç kez onunla konuşmayı denesemde kafamı toprağa sokmakla tehdit edip beni uzaklaştırdı. En son adım atacak halim kalmadığında bi ağacın dibine oturdum.

" Lanet mantar hiçbir yerde yok!" diye inledim. Yanıma oturdu.

" Kampa geri dönelim. 3 saattir arıyoruz."

" Ayyy keşke yanıma daha fazla su alsaydım. Benimki bitti. Senden ne haber?" dedim. Elindeki su dolu matarayı bana gösterdi. O kadar susamıştım ki hemen öne atıldım. Ama o matatayı geri çekti ve tüm suyu kafasına dikti.

"Zalımsın. Bunu yaptığına inanamıyorum. Gerçi beni susuzluktan öldürmek istemiyorsan." dedim. Bana doğru eğildi.

"Bilirsin. Susuzluğu gidermenin pek çok yolu var. Bol tükürük üretmek mesela." dedi. Ama ağzım sahra çölü gibiydi ve salyadan eser yoktu.

"Bu konuda sana yardımcı olabilirim. Yani tükürük üretiminde." dedi. Dudaklarıma doğru bakınca neyi kastettiğini anladım.

"Öğğ pislik herif! Seni öpmem ben. Burada kuruyup toz ölsemde öpmem! Tükürüğe ihtiyacım yok. Özellikle de seninkilere!" diye bağırdım. Kahakahalarw boğuldu. Hatta ben bile gülüyordum. Sonra birden ciddeşti. Kalçama bakmaya başladı. Gözlerini dikmiş popoma bakıyordu. Yanaklarım kızarmaya başladı. Tam onu sapık diye haşlayacakken beni oturduğum yerden ittirdi ve yana yuvarlandım.

" Poponla harikalar yaratıyorsun" dedi. Tam ne diyon sen diyecekken oturduğun yerde olan mantarı farkettim. Bu aradığımız mantardı. Kocaman bi sevinç çığlığı attım. Mantarı yerinden söktük ve kampa dönmek üzere ayağa kalktık. Ama bir sorun vardı. Ormanın içindeydik ve her yer karmakarışıktı. Kamp ne tarafta kalmıştı?

SADECE SENWhere stories live. Discover now