-27-

10.2K 547 88
                                    

Hazırdım. Tam anlamıyla. Aynadaki yansımam da hazır olduğumu söylüyordu. Bunda çekinecek bir şey yoktu. Bunu yapabilirdim. Ben her şeyi yapabilirdim.

Maşayla belirgenleştirdiğim bukleleri elimin tersiyle arkaya attım ve ne kadar güzel göründüğümü düşünerek kendimi avuttum. Aslında daha çok "ne kadar ucuz görünüyorsun," diyordu içimde birileri. Çok kulak asmadım. Güzeldim.

Kırmızı elbisenin parıldayan kumaşını okşayıp eteği çekiştirdim. Bana mısın demiyordu. Bunu her kim tasarladıysa cimrinin teki olmalıydı.

Yatağımın üzerine attığım siyah ve uzun kaşe kabanı giydim. Hava şartları göz önüne alınırsa sadece elbiseyle çıkmam mümkün değildi. Gerçi çıplak bir halde üzerine kaban giysen de ne kadar ısınabilirdin ki?

İç geçirdim. Dilime sahip çıkmam gerektiğini hatırlattım kendime. Her şey onun yüzünden oluyordu. Atilla'yla bu şekilde inatlaşmanın manası neydi? Hayır yani, bu durumun Atilla'ya etki edeceğine inansam gam yemeyecektim. Umrunda bile olmayacaktım, özellikle bu sabahtan sonra. Gelmeyecekti. Benimle kesinlikle ilgilenmeyecekti.

İlgilenmesini mi sağlamalıydım, yoksa hiçbir şey demeden öylece gitmeli miydim? İkinci seçeneği istiyordum. Haber vermeden Ulus'a gitmeyi ve onun beni almaya geleceğinden emin olmalı... çünkü... çünkü o zaman Atilla benim bu tehditimi anımsamış olurdu, yani bu beni düşündüğü ve oraya gitmeyi göze alacağımı bildiği anlamına gelirdi. Pek tabii, bu seçenek mümkün değildi. Eğer haber vermemezlik gibi bir şey yaparsam kendimi öylece Ulus'un göbeğine attığım anlamına gelirdi. Sonra da beni kurtaracak bir Atilla bulamayacağım için sonraki karşılaşmamız bir pavyonda olabilirdi.

Acaba Atilla pavyona gidiyor muydu?

Kafamı iki yana salladım. Yakışmazdı oraya. Pavyona göre çok ciddi bir adamdı. Bence onu hiçbir kadın eğlendiremezdi. Hah, ben hariç.

Son olarak çantamı da alıp çıkmaya hazırlandım. Ev sessizliğini dinledim. Bizimkilere uyuyacağımı söylemiştim, zaten dadım erkenden uyumuştu, babam da bir iki saate uyurdu şüphesiz.

Saat gece ona geliyordu. Çok mu geçti, yoksa çok mu erken? Hiçbir fikrim yoktu.

Kimsenin gelip gitmediğine emin olunca odamın camını açarak aşağı süzüldüm. Buradan çıkıp girmeye epey alışmıştım, Atilla sağ olsun!

Parmak uçlarımda yürüye yürüye zira sivri burunlu ve ince topuklu, pekala kadın ayakkabısı gibi görünen bu topuklularla bütün ev ahalisini uyandırmam mümkündü. Garip garip ayaklarıma bakıyordum aslında hala... benim ayağım ne güzelmiş meğersem diyordum içimden. Bence gayet şık ve estetik duruyordum. Ah, tabii sadece ayaklarım.

Kendimi sevmeyi bırakarak dış kapıdan sessizce süzüldüm. Çok şükür ki ses çıkarmadan usulca kapatıvermiştim kapıyı. Yola çıktığımda ne yapacağımı bilemeyerek sağa sola bakındım. Taksiyle mi gidecektim? Ya da neyle gidecektim? Taksiye binme fikrinden çarçabuk vazgeçtim. Bu kılıkla, bu saatte, tek başıma taksiye binemezdim. Evet, bu yüzden korkak olabilirdim, ama gerçekten yapmayacaktım.

Galiba... otobüsle gidecektim.

Dahiyane!

Durağa doğru evin bulunduğu rampadan aşağı inmeye başladım. Eğimli olduğu ve kendimi iki ince topuk üstünde taşımam gerektiğini için dikkatli olmaya çalışıyordum. Ankara'da ne çok yokuş vardı ama! Bizim evin bulunduğu kısa ve fazla eğimli bir yokuş değildi, fakat Ankara'da bulunan diğer yokuşları gözümde canladırdığımda bizimkisi daha da dik geliyordu.

Kabanımın kuşağını sıkı sıkı bağladım, olur da düşersem en azından elbisemin görünmeyeceğinden emin olmalıydım. Ne çok utanıyordum!

Bal AyısıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin