8.Bölüm - Rüya'nın Evi

713 80 21
                                    


Düşüncelerle boğuşurken yine ben yenik düşmüştüm bu boğuşmada. Pes ederek beynimin içindeki düşüncelerin zaferini ilan etmesine izin verdim. Aklımdan geçenleri salıverip uçsuz bucaksız maviliklere yerimden kalkıp yürümeye başladım. Eve gitmek için yola çıkmışken birden yağmur yağmaya başladı.

Hafiften sağanak şeklinde başlayan yağmura aldırış etmeden yürümeye devam ettim. Zaten yaz yağmurunda ıslanmak gibisi yoktur. Ama yalnız başına yürüyünce hiç de romantik olmuyordu, yağmur altında yürümek.

Yağmur şiddetini artırmaya başlayınca mecburen otobüs durağına sığındım. Kimsecikler yoktu zaten durakta. Oturdum yağmurun dinmesini beklerken bir yandan da yağmuru izlemenin tadını çıkarmaya başladım.

Herkesin yağmura tutulmuşluğu vardır aslında. Zaten tutulmamak elde mi, böyle bir güzelliğe? İnsanın en iyi dostudur yağmur. Aşıkları ıslatarak üşütür bazen, birbirlerine sokulsunlar sarılsınlar, sırılsıklam aşık olsunlar diye. Bazen de elleri vardır yağmurun, gözyaşlarımızı siler, sarılır, teselli eder bizi. Bazen yağmura tutulmakla kalmayız, tutunuruz da. Tutunacağı dal kalmayınca yağmurdan medet umar insan. Pencerenin önünde oturur, cama vuruşunu seyreder. Sanki bize el sallıyormuş gibi. Sanki çık dışarı sarılalım der gibi. Derdimizi paylaşmak ister gibi. Ah o pencereyi bir açabilsek sorgusuz sualsiz giriverecek içeri, perdeden kayıp kalbimize akacak.

Perdeler var, yağmur gibi güzelliklerle aramızda, mutluluğa açılan pencerelerimizin ardında. Perdeleri kaldırmadan bilemeyiz hayatımıza kimlerin gireceğini. Perdeler varken anlayamayız yağmurun bittiğini, gök kuşağının göründüğünü.

Ben düşüncelere dalmışken yağmur kesildi ve toprak kokusu gelmeye başladı. Toprağın güzel kokması, belki de aşkımızı gömdüğümüz içindir. Ayağa kalkıp eve gittim. Islanmış kıyafetlerimi çıkarıp gri eşofman altı ve beyaz tişört giydim. Bir şeyler atıştırdıktan sonra üst kattaki odama çıkıp inzivaya çekildim.

Akşam güneşi batıyordu aceleyle hemen sandalyemi pencerenin kenarına koyup oturdum. O eşsiz manzarayı seyretmeye ve gözlerimi güzelliğe doyurmaya başladım. Sandalyeye otururken dizimdeki yara varlığını hissettirdi. Henüz tam olarak iyileşmediği için ara sıra ağrıyordu, özellikle de dizimi kıracağım zaman. Gerçi yeri belli olan ağrıları umursamam ben, bazı ağrılar var ki içimizde, yerini ve çaresini bulamadığımız ağrılar... Öyle derine işlemiştir ki ne kadar insen de bulamazsın, üstelik yarayı bulamadığın gibi kendini de kaybedersin...

Akşam güneşi vururken yüzüme 'akşam güneşi güzele vurur' sözü geldi aklıma, benim gibi kendini güzel bulmayan bir adam için bu söz geçerli değildi elbet. Üstelik akşam güneşi güzel mi vurur bilmem ama, akşam güneşine en çok üzülen vurulur.

Güneş batıp giderken yine yalnız kalıyordum, güneşte terk ediyordu beni gitmesi gereken herkes gibi... Belki de son bir umuttur akşam güneşi, karanlığa gömülmekten korkanlar için. Ve gecenin karanlığına gömülenlerin ne bir mezar taşı ne de arkasından ağlayanı bulunmaz.

Peki benim yalnızlığım ne zaman son bulacak? Yalnızlığımı yüreğine, kalbimi ellerine, düşlerimi gözlerine ve dudaklarımı kelimelerine teslim edeceğim kişi ne zaman perdelerimi sıyırıp hayatıma girecek?

O kişi kim olacak? Yıllardır beklediğim, hayalini kurduğum, düşlerde aradığım, gerçek dünyanın küf tutmuş sıradanlığıyla kirletmediğim kişi kim olacak? Hayalleri kirden görünmeyen kişilerden saklayıp sakındığım, toz konduramadığım umutlarımı kime teslim edeceğim?

Sanırım o kişi Maria'ydı. Gerçek adını dahi bilmediğim bir kadın beni nasıl bu kadar etkilemişti? Hiçbir şey yapmadığı halde beni nasıl kendine çekebilmişti? Acaba neden benden kaçıyordu? Ve hepsinden önemlisi benden kaçmaya devam edecek miydi?

Mavi GözyaşıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin