50. Bölüm, Gerçek Dünya

940 96 31
                                    

Karanlık odada oyuna bağlanmak için uzandığım yatağın içinde nefessiz kalmış gibi derin bir nefes alarak gözlerimi açtım. Bağlayıcımı hiç düşünmeden kafamdan çıkarıp sağ tarafıma doğru fırlattım. Sırtımdan göğüs kafesime doğru gelen şiddetleri ağrıları bastırmak için elimden geleni yapıyordum. Yattığım yerde sağıma dönerek bacaklarımı karnıma doğru çekip kastığım kollarımı çapraz şekilde göğüs kafesimde birleştirerek göğsümde bastırıyordum. Şiddetli acıyı bastırmak için refleks olarak yaptığım bu davranışım yatağın içerisinde sağıma ve soluma dönerken arada bir yaptığım bağırışlarımla yaklaşık yirmi dakika kadar sürmüştü.

Ağrılarım dinmeye başladığımda ise yatakta hafifçe doğrulup bağdaş kurarak oturmaya başladım. Artık dışarıdaki gök gürültüsünü ve yağan yağmuru duyabilecek kadar kendime gelmiştim. Masanın üzerinde her zamanki yerinde duran saate baktığımda, 01:15'ti.

Nightmare'nin alanında hatırladığım tek şey yeteneğim aurayı kullanarak bostan HP almadan ilk hamleyi yapmayı planladığım sırada bossun ağzını olabildiğince açtığını fark etmiştim. Çok geçmeden henüz süresi dolmayan etrafımda kırmızı bir ışınım duvarı oluşturan yeteneğimde çatırtılar duymaya başlamıştım. Yeteneğim çatırtılar çıkararak tuz buz olduğunda bossun olabildiğince yüksek sesli bağırışını duymuştum. Nightmare ile göz göze geldiğimizdi anda arkasında siyah bulutumsu bir kopyasını bırakarak gerçek vücudu bana uçarak yaklaşmaya başlamıştı. Kopyasını öz önce gerçek bedeninin yaptığını devam ettirerek kulakları sağır edecek şekilde bağırmaya devam ediyordu. Duyduğum şiddetli ses bulunduğumuz yeri bile sallıyordu.

Gerçek vücut bana yaklaşırken büyülenmiş gibi hareket edemiyordum. Mor ışık kümesi olan ellerini başıma doğru uzattığında onu durdurmak istememe rağmen hiçbir şey yapamamıştım. Kafasını hafifçe sağa yatırıp yılanı andıran ince çizgili göz bebekli mor gözleriyle gözlerimin içine bakmıştı. Başını bu sefer diğer tarafa çevirip çatallı mor dilini dışarı çıkararak tıslamıştı.

Yatakta delirmiş gibi olayların devamını hatırlamaya çalışırken kalbim göğsümü delip çıkmak istermiş gibi çarptı. Yaşadığım acıyla derin bir nefes almak istediğimde aldığım oksijen bana yetmiyormuş gibi geldi ve almaya çalıştığım nefesi yarıda bıraktım. Boğulacak gibi hissettiğim sırada atışını hissedemediğim kalbim aynı şiddetle tekrar göğsüme baskı uyguladı. Kulaklarım uğuldamaya, soğuk ter atmaya başladığım sırada bilincimi kaybedeceğimi anladım. Kendimi kontrol edemeden yatağa yığılmaya başladığımda yeryüzüne öfke kusarak düşen bir şimşeğin çıkardığı ses ile gözlerim kapandı.

Yatakta gözlerimi açtığımda odama dolan güneş ışınları, uçarken cıvıldaşan kuşların sesleri ve dünkü yağmurdan arda kalan damlaların belirli aralıklara oluşan birikintilerine düştüklerinde çıkardıkları şapırtılar uzanmama eşlik etti. Dışarıdan bakanlara hayat dolu ve güzel bir an olarak görünüyor olsada bana hiçbir şey ifade etmeyen boş dakikalardı.

Öylece etrafı dinleyip uzanırken ölüm anımı ve yaşadıklarımı hatırlamaya çalıştım. Sırtımda halen hissettiğim acıdan yola çıkacak olursam biri beni baya sağlam haklamış olmalıydı. Dün geceki halimi düşünecek olursam şuan çok daha sakin ve kendimdeydim. Midem "acıktım ben" diye bağırmaya başlayınca yatağımdan istemsiz hareketlerle doğrulmaya başladım. Yatağın köşesinde otururken ayaklarımla kendime doğru çektiğim beyaz tüylü terlikleri giymeye çalıştığım sırada gözüm gece fırlatıp attığım bağlayıcıya takıldı. Yuvarlak bir motosiklet kaskına benzeyen cihaz ters dönmüş şekilde yerde duruyordu. Önceleri derli toplu biri olsamda onu yerde kendi haline bırakarak mutfağa gitmek için odamdan çıktım.

Üzerimde en sevdiğim basket şortum haricinde hiçbir şey yoktu. Oyunda olmadığım zamanlarda yaptığım belli başlı şeylerden biri olan kahvaltımı hazırlamak için mutfağa girdim. Dolapta yeterince malzeme olmasına rağmen sadece sütü ve fındık kremasını çıkardım. Gri renkli raflarda üçüncü denememde kaldırdığım sarı renkli poşeti olan yulaflı kahvaltılık mısırı bularak masanın üzerine koydum. Geriye sadece ekmek kalmıştı. "Üff kim gidecek şimdi markete" diye kendi kendime mızmızlanıp ayağımı yere sürte sürte yürümeye başladım. Önce salona oradan merdivenleri çıkarak odama geçtikten sonra kısa kollu gri yanlarından sarkan ipleri gerek elim gerekse ağzımla oynaşmasını sevdiğim için çözdüğümden dolayı ucunu kendim düğümlediğim kapüşonlu tişörtümü boy aynamın arkasında olan askılık yerinden aldım. Tamamen beyaz ve ortasında gri renkte bir Nike işareti olan şapkamı da odamda bulduktan sonra önce cırt cırtıyla biraz oynaşıp kafama geçirdim. İstemsizce yapsamda aynada son kez kendime baktım.

Odamdan çıkıp merdivenleri indikten sonra cüzdanımı almak için dış kapının yanında duran dolaba yöneldim. Cephesi beyaz olan çift kapağında üç tane belirli mesafeler ile yerleştirilmiş siyah yuvarlaklar bulunan dolabı açarak sağındaki rafın üzerinde duran sarı renkli ve kahverengi ipleri ile ağzı kapalı olan para kesesini aldım. Keseyi oyunda ki envanter çantasını andırdığı için beğenerek almıştım.

Kapıya doğru yönelip kilitlerini açtıktan sonra dışarı çıktığımda gün ışığına alışkın olmayan gözlerim kamaştı. Bahçemizde bulunan çimlerin arasındaki beyaz taşlardan oluşan yolu geçerek beyaz çitlerin çıkış kapısını açtıktan sonra sağa döndüm. Oturduğum sitede birbirinin kopyası olan dubleks evler bulunuyordu. Kaldırımda bir süre yürümeye devam ettim. Sabah koşusu yapan kızıl saçlarını sıkıca at kuyruğu yaparak toplamış beyaz baş bandı takmış. Vücudunu tamamen saran siyah yanlarında ufak yeşil çizgileri olan sporcu kıyafetli bir bayan başıyla bana selam verdiğinde göz ucuyla selam verip yoluma devam ettim. Geldiğim dört yol ağzından sağa dönerek fırına doğru yürüdüm. Yeşil örgü tellerle çevrili site alanında markete en yakın olan çıkış kapısına geldiğimde beyaz güvenlik kulübesinin içinde her zamanki gibi ayaklarını tabureye uzatarak duran Kerim Abi'yi gördüm. Beni fark ettiğinde hafifçe düzelip gülümseyerek elini kaldırdı. Sağ elimi hafifçe kaldırıp karşılık verdikten sonra kapıdan çıkarak sağa döndüm. Sonunda koyu yeşil boyalı tahtadan ufak tentesi olan, tentesi ile aynı renkte tarihi eser yerleri anımsatan işlemeleri olan dış cepheli fırını gördüm. 

Kolonlarında siyah gaz lambasını andıran iki tane dekoru bulunan giriş kapısının önünde yeni serildiği belli olan kırmızı halıya adımımı attığım sırada İbrahim Amca her zaman oturduğu yol manzaralı kasanın başında beni gördü. 

Kapıdan içeriye girdiğimde ayağa kalkıp ellerini açarak "Enes oğlum nerelerdeydin yine?" dedi. Fırıncı İbrahim Amca yılların emeği ile bronzlaşan teni, uzun sayılabilecek boyutlarda ak saçları, her zamanki gibi açık mavi gömleğinin üzerine koca göbeğine tutturulmuş beyaz önlüğü, gür beyaz bıyıkları, hafif kirli sakallıydı. Yüzünde gülümsemesi hiç olmayan adamın elini sıkmak için yanına doğru yürüdüm.

Ağzını her hareket ettirdiğinde oynaşan bıyıkları "Dur tahmin edeyim oyundaydın." diye ekledi.

Gülümseyerek "Doğru tahmin." dediğimde elini sıktım.

"Geç otur sana bir şeyler ikram edeyim." 

"Sağ ol İbrahim Amca, daha kahvaltımı yapmadım."

Tok sesiyle Hehehe! diye gülümsedikten sonra "Doğru diyorsun, bu saatte başka ne için burada olurdun ki zaten. Ekmek her zamankinden mi olsun?" dedi.

"Lütfen." diye yanıtladıktan sonra beyaz mermer tezgahın arkasına geçti ve tam tahıllı ekmeklerin arasından gözüne kestirdiği bir tanesini alıp dilimlemek için makineye yerleştirdi.

"Bende bizimkilerden bazılarını tatile gönderdim. Diğer elemanında işi çıktığı için sabah işlerini halledip yolladım." Diye günün özetini geçiyorken kestiği ekmeği poşete yerleştirdi. Camlı tezgahın içenden çektiği bir tepside duran üzerinde çilek, kivi ve muz bulunan içi kremalı keklerden birer tane tezgahın yanından aldığı kağıt poşete yerleştirirken "Bunlarda benden olsun." dedi.

Teşekkür edip parayı ödedikten sonra fırından çıkıp eve doğru yürüdüm. Yolda yürürken kekleri birer lokmada yedim. Yumuşak kekin içinde harika lezzeti olan kremasının üzerinde meyve ve jöle olan kekleri saniyeler içinde yemiştim. Oyundaki yiyecekler kadar lezzetli olmasalarda bu gerçek dünyadaki bu keklere asla hayır diyemezdim. Güvenliğin bulunduğu yere geldiğimde kulübede kimse yoktu. 

Eve doğru yürümeye devam ettim. Giriş kapısına geldiğimde avuç izimi okutarak açtıktan sonra içeri girdim ve arkadan kapıyı kitledim. Şapkamı çıkartıp askılığa bırakıp mutfağa geçtim. Elimdeki ekmek poşetini masaya gelişi güzel bırakarak masanın üzerinden aldığım yulaflı kahvaltılık mısır poşetinden yiyebileceğimi tahmin ettiğimi mavi kaseye koyduktan sonra ağzını açık şekilde masaya bıraktım. Sütü üzerine ilave ettikten sonra çekmeceden kaşık ve bıçak alıp sandalyeye oturdum. Fındık kremasının kapağını da açıp aldığım bir dilim ekmeğin üzerine bolca krema sürdüm. Her şey hazır olduğuna göre artık karnımı doyurmaya odaklanabilirdim.

Irk Online - Sanal Dünya (Wattys2017)Where stories live. Discover now