Sır

2.9K 238 14
                                    

Saatlerce koşmuş gibi bacaklarım ağırıyordu ama bu bozguna uğrayalı on dakika anca olmuştu.
Romalılar hiç beklenmedik bir anda Atina'ya düzensiz bir şekilde saldırmış ve orduları darma dağın etmişti.
Marcus, Teadora, Boreas her biri farklı bir yöne gitmişti. Şehre daldıkları zaman tanrısal güçlere sahip kim varsa peşine kurt sürülerini gönderdiler. Ve ben de şimdi onlardan kaçıyordum. İçimdeki acıyı bastırsın diye tırnaklarımı avuçlarıma batırdım.
Sayısız kez her karışını dolaştığım şehirde şimdi yabancı gibiydim. Bilinmezliğe doğru koşuyordum, bir kargaşanın içinde olmamıza rağmen halk büyük bir serin kanlılıkla evinden çıkmıyordu ki şehir hayaletleşmişti.

Bir tepenin başında durup aşağıya baktım. Yardım isteyebileceğim birileri vardı. Bir kadın arkası dönük bir şekilde oturuyordu. Belki de yaklaşmamalıydım diye düşünsem de aşağıya inmekten başka çarem yoktu çünkü kurtlar bana epey yaklaşmışlardı.
Aşağıda oturan kadın benim son umudumdu. Yokuştan aşağı koşmak benim gibi kaburgaları kırık biri için zaten çok zordu, birde aralıksız yağan yağmurun çamurlaştırdığı bir yokuşsa yürüyebilmek bile büyük yetenekti.
Nitekim, ayaklarım bundan daha fazlasına izin vermeyerek son adımımda bir çamur birikintisine saplanıp beni tepenin yamacına kadar yuvarladılar.
Kurtlar tepenin başında durdular. İçlerinden biri öne çıkıp uludu.

Hemen kadına baktım. Çok garip biriydi. İnsan olmadığına neredeyse emindim. Hangi tanrı olabilir diye düşünmeye başladım. Üç ağacın ortasında, yeşil bir minderin üstüne oturmuş, elleri önünde birleşmiş ve gözleri kapalı bir vaziyette sanki dua ediyordu. Yıllardır burada oturuyormuş gibi üstüne sarmaşıklar ve çiçekler dolanmıştı.

Öne çıkan kurt yavaş adımlarla bana yaklaştı. Kadına baktım ama ondan yardım istememem gerektiğini biliyordum. Hatta bu duruma düşmemizin sebebi de bu kişiydi. Onu görünce her şey yerli yerine oturmuştu.

Aramızda bir adımlık mesafe kalmışken kurt konuşmaya başladı. "Şehri bize bırakın."

Daha onun şaşkınlığını üstümden atamamıştım ki kadın kurda seslendi. "Dur Lupa." Gözleri hâlâ kapalıydı. Yüzünü bana çevirdiğinde araladı. "Önce ondan kızımı almam gerek."

*****

"Güya resmi bir törendeyiz ve Shaila uyumayı mı tercih ediyor? Ah tanrılarım...Ah Yüce Zeus! Şu aptalda senin kızın olma ayrıcalığı dışında ne var? Bence ben daha iyi olurdum."

"Bırak uyusun. Zaten uyuyabildiği saatler dakikalarla kısıtlı."

Biri sırtıma odunla vurmuş gibi yerimden zıpladım. Ayağa kalkıp önümüzdeki taş korkuluklara tutundum.

Gözümün gördüğünü beynim yorumlamamakta ısrarcıydı. Marcus ve Teadora'nın şaşkın bakışlarını görmezden gelerek "Neredeyiz?" diye sordum.

Teadora kendi yanağına bir tane geçirdi. Şimdi şaşkınlık dolu bakışları yerini umutsuz vaka olayına bırakmıştı. Gökyüzüne bakarak söylendi. "Diyorum sana, dinlemiyorsun ki."

"Ne diyorsun?"

İç geçirdi. "Hayat diyorum. Hayat Shaila. Hayat çok güzel."

Yüzümü buruşturarak Marcus'a döndüm. "Ne diyor bu?"

Gülmemeye gayret ederek sakince ayağa kalkıp yanıma yaklaştı. "Attike'deyiz."

Son birkaç saati yaşamamış gibi hiçbir şey hatırlamıyordum. Teadora duymasın diye Marcus'a iyice yaklaştım. Fısıltıya yakın bir sesle "Neden?" dedim. İnsanların hepsi siyah giyinmişti ve arenayı dolduran kişilerin neredeyse hepsi askerdi. Yani, Olimpiyat Oyunları veya daha farklı kutlama gibi amaçlarının olmadığı bariz ortadaydı.

Tartarus'un Sırrı  (ES 2) Where stories live. Discover now