Tartarus

2.2K 207 38
                                    

"Cehennem insanın kendine yarattığı boşluktur. Tartarus, kötülüklerin cezası değil kötülüğün ta kendisidir." Bu devasa boşluğa bakarken gözüme çarpan bir taşta bu sözler yer alıyordu.

Şehre hiç uğramadan doğruca Tartarus'un girişine gitmiştik. Tabii ki Tartarus'a girmek de ayrı bir bilmeceydi.

Bir kapısı yoktu, mağaranın içindeki bir oyuktan ibaretti ama Marcus'un söylediğine göre içine girmeyi deneyenleri az önce yazısını okuduğum taşın üstündeki Hades kafası ağzından lav püskürerek yakıyormuş.

Uyuyan bir şeyi uyandırmaktan korkar gibi, eh biraz da zifiri karanlığın etkisiyle, ona yaklaşıp fısıldadım. "Taşı kullanmamız gerekiyor. Zaman kavramı yok demişti. Ah tanrılar aşkına! Cehenneme girmek bile sorun."

"Aslında cehenneme girmek sorun değil. Cehenneme canlı girmek sorun." Deminden beri elinde tuttuğu zaman taşına tekrar baktı. Bunu kullanacağız, bunu bir zamanda kullanacağız. Tamam hepsi bundan ibaret. Ama nasıl kullanacağız?" Son cümlesinden sonra düşüncelere dalmıştı.

Taşı elinden kaptım. "Hades başının hizasından çekil. Bir şey deneyeceğim."

Anlam verememişti ama başka çaresi de yoktu. Ben mağara duvarına yapışınca o da arkama geçti. Taşı tam olarak Tartarus'un girişine fırlattığım anda Hades lav püskürtüp yerdeki iki tel bitkiyi de yakmıştı. Taş Marcus'un bahsettiği güç duvarına çarpıp tekrardan önüme düştü.

"Bir şey dikkatimi çekti." ona döndüğümde açıklama yaptı. "Hades birilerinin içeriye girmesini engellemek için bu kafayı buraya koymuş olsa bence daha farklı şeyler denerdi."

İstemsizce gülmeye başladım. "Aynı şeyi mi düşündük?"

"Sanırım." diyerek taşı eline aldı. Koluyla beni duvara doğru ittirip tekrardan taşı girişe atmıştı. Hades'in kabartmasından bir doğrultuda, uzak mesafeye doğru alev çıkıyordu. "Gördüğün gibi ateşten kaçabiliyoruz."

Düşünceli bir sesle "Belki de bu bir engel değil, yol göstericidir." dedim.

"Alev dışarıya kadar taşıyor."

"Bahçeye dönmemizde fayda var." Buraya geldiğimizde direk içine düştüğümüz saray tek kelimeyle nefes kesiciydi ve Hera'nın bahçelerinden daha güzel bahçeleri vardı. Sanki Persephone nefesini buraya üflemişti.
Mağaranın bulunduğu yer bile bir dağ yamacı falan değildi. Geniş bir avluda, heykellerle çevrili bir alanın toprak kısmındaydı.

Tekrar avluya çıktığımızda ben yine büyülülenmiş, ne yapmamız gerektiğini unutmuştum.
Saray duvarının önünde neredeyse sarayın büyüklüğünde bir kadın savaşçı kafası vardı. Miferinin uçlarında birer savaşçı heykeli ince uzun tasviriyle, ellerinde mızrak ve kalkanla bekliyorlardı.
Hâlâ sarayın yüksek noktasında olduğumuz için insanların günlük koşuşturmalarını görebiliyordum. Sanki burası yeraltında, güneşi sadece topraktan sızdığı kadarıyla gören bir şehir değil, Olimpos'un zirvesiydi.
O sırada savaşçı heykelinin elinde tuttuğu kalkanda bir yazı olduğunu fark ettim. Çok uzak olduğu için birkaç adım atıp gözlerimi kıstım.

"Meyveyi seviyorsan ağaçta ya da asmada olmasının önemi yoktur."
-Persephone.

Kimsenin duyamayacağı bir sesle yüzümdeki tebessümle beraber Persephone'a fısıldadım. "Bu yüzden buradasın."

Rüzgar hafiften esmeye başlayınca her şeyi unutup gözlerimi kapattım. Burnuma dolan toprak kokusu tanıdık birilerinin kucağındaymışım gibi hissettirmişti. Tanıdıktı, kendimi ona bırakıp beni sarmalamasını istiyordum.

Tartarus'un Sırrı  (ES 2) Where stories live. Discover now