5. Bölüm

47 9 0
                                    

(Alaska'nın Ağzından)

    Uyandığımda, kendimi yorgun ve halsiz hissediyordum. Mücevherlerle kaplı bir yatağın içinde, muhteşem bir odadaydım. Yatakta bir sürü mücevherler vardı. Çok azının ismini biliyordum. Bilmediğim ve göz kamaştırıcı rengârenk binlerce mücevher vardı. Odadın tavanları bir hayli yüksekti. Gözlerime inanamıyorum, ben daha önce böyle bir oda hiç görmedim. Ölmüş müydüm acaba? Yoksa şu an cennette miydim? Kendimi tokatladım. Canım acıdığına göre cennette değilimdir. Öldürülmediğimi anladım ama nasıl bayıldığımı hatırlamıyorum.

    İçeri iki kadın girdi. İkisinin de saçları bembeyazdı. Üstlerinde dizlerinin altına kadar dümdüz beyaz elbiseler vardı. Saçlarının neden beyaz olduğunu merak ettim. Yanıma gelip bana içinde sarı bir sıvı dolu olan bardak uzattılar.

  "Bunu içmelisin." dedi topuzu olan kadın.

  "Hayır. Buradan gitmeliyim!"

  "Hayır hiçbir yere gidemezsin!"

    Çok sinirlendim. Ayağa kalkıp kadına diklendim. Ufak bir ittirmeyle ikisi de yere yığıldı. Bu komiğime gitmişti. Neden bu kadar güçsüzlerdi ki? Burada onlara gülmekle vaktimi harcayamam. Hemen kapıya yöneldim. Vay anasını, oda bizim ev kadar! Kapıya ulaşana kadar bir hayli yoruldum, nefes nefese kaldım. Ama şimdi gitmeliydim.

    Kapıdaki muhafızlar bir şey demeden gitmeme izin verdiler. Cam gibi duvara baktığımda şaşkınlıktan ağzım açık kaldı. Üzerimde kırmızı, askılı, tül bir elbise vardı. Askılarında altın sarısı taşlar vardı. Bu halimle mükemmel gözüküyordum. Eski halimden eser yoktu. Peki neden böyleydim? Neden bir kraliçe gibi giyinip, mücevherlerle kaplı bir yatakta ve devasa bir odada uyanmıştım? En son çamlıkta ve perişan bir durumda olduğumu hatırlıyorum. En önemlisi, çocuklar! Onlar neredeler ki? Taner, Ezgi, Serenay, Çilem, Sinan ve Arda... Ne oldu onlara? Aşkıma noldu, Burak'ıma, bitaneme noldu?

    Kafayı yemek üzereydim. Gözlerim dolmaya, boğazım düğümlenmeye başlamıştı. Gerçekten onları... Burak'ı çok fena özledim. Koridordan geçerken delirmiş gibiydim. Kapı önlerindeki muhafızlar, bana şaşkın şaşkın bakıyorlar. Ama hiçbir şey yapmıyorlar. Birkaç koridor daha geçince önüme tahtadan yapılmış olan ihtişamlı bir kapı çıktı. Çıkış kapısı buydu galiba. Çünkü burada başka kapı yoktu. Tam çıkacakken dört muhafızdan biri önüme geçti.

  "Olmaz! Burası kral çıkışı."

    Kral çıkışı mı? O da nesi?

  "Çekil önümden!"

    Muhafızlarda odaya gelen kadınlar gibi beyaz saçlıydı. Belki onları da yere yığabilirdim. Muhafızı ittirdim. Onu yere yığmıştım. Bu hâlleri yeniden komiğime gitti. Bir ittirmeyle diğerleri de yere yığıldılar. Kapıyı açtım ve hızla dışarı koştum.

  "Of, olamaz. Rezil oldum..."

    Tüm insanlar bana bakıyordu. Burası arena gibi bir yerdi. Sesim yankılanmıştı, yani akustiği fazlasıyla güçlüydü. Buradaki her şey gri renkliydi. Yerdeyse masmavi kumlar vardı. Heryerde de mavi ışıklar yanıyordu. Işıklar ve kumlar gözlerimi almıştı. Birden nefesim azalmaya başladı. Soluk alıp verişlerim hırıltılı çıkıyordu. Birisi beni boğuyormuş gibi hissetmeye başladım. Gözlerim kararmaya başladı. Duyduğum son sözler şunlar olmuştu...

  "Babam öldüğü için artık yeni kralınız benim. Uranüs halkına zafer, mutluluk ve huzur vereceğime yemin ederim!"

    Bu, o yakışıklı çocuktu. Bu sefer beyaz saçlı başka bir adam konuştu. Bir dakika Uranüs mü?

"Yeni kralınız Zack'e selam verin!"

    Çok az kişi beyaz saçlı adamın dediklerini anlamış olacak ki az kişi alkışlayarak selam verdi. Çünkü herkes bana bakıyordu. Adının Zack olduğunu öğrendiğim yakışıklı çocuk, sinirle beni fark etti. Herkes arasında fısıldaşmaya başladı. Tam yere yığılacakken muhafızlar beni tuttu ve içeri soktu. Zack'te arkamızdan geliyordu. Yanındakilere bağırarak bir şeyler söylüyordu. Herhalde muhafızlara beni o kapıdan içeri geçirdikleri için kızıyordu. Beni sertçe yere savurdular. Arkamda o muhteşem odadan çıktığım kapı vardı. Ben her şeyi bulanık görüyordum.

  "Bu sabah sarı sudan vermediniz mi!"

Korkmama sebep olan bu ses Zack'e aitti. Sesi aslan kükremesi gibi çıkmıştı. Topuzu olan kadın bana sinirle bir bakış attı.

  "Verdik ama içiremedik. Bizi ittirip kaçtı efendim."

  "O zaman tekrar verin, ne bekliyorsunuz!!"

    Bana tekrar sarı suyu uzattılar.

  "İ-İçmiycem."

    Sesim fısıltı gibi çıkmıştı. Ama yine de konuşmakta zorlandım.

    "Ölmek istiyorsan, içmemekte serbestsin."

Ne? Ölmek mi! Hemen içtim. Çok az sonra kendime geldim. Daha iyi durumdaydım.

  "Bu ne?"

    Diye sordum merakla.

  "Burada nefes alman için."

    diye yanıtlayan Zack olmuştu. İlk çıktığım odaya girdi.

    Muhafızlar, kollarımdan tutup beni Zack'in arkasından götürdüler. Ve o güzel ama lanet olası odaya soktular. Arkamdan kapıyı kilitlediler ve gittiler. Dışarıdan pis pis kahkalar geliyordu. N'oldu ya? Neden Zack'le aynı odaya tıktılar bizi? Zack bana ne yapacak?

  "Çıkarın beni buradan!"

    Zack beni yatağa ittirdi.

  "Yaa ne yapıyorsun!"

    Hemen ayağa kalktım. Çok sinirlenmiştim.

  "Artık buna alışsan iyi edersin Alaska."

  "Nasıl? Sen benim adımı nereden biliyorsun? Burası neresi?! Neden burada mavi ışıklar ve kumlar var ve siz bayım, neden beyaz saçlısınız?"

  "Uranüs burası Alaska."

  "Ahahah! Şakanın sırası değil! Ben de Alaska değil, Taylor Launter'dım ya zaten! Doğruyu söyle!"

  "Şaka yapar gibi bir halim mi var? Dünya'da değilsin."

  "Sen kafayı yemişsin."

    Bir yanım Zack'e inanıyordu ama... Bu çok saçma bir şey, daha Mars'a gidilemiyorken ben Uranüs'e nasıl gelmiştim? Hemen cama koştum. Gördüklerim karşısında beynimden vurulmuşa döndüm. Yerde eskiden de gördüğüm gibi mavi bir kum tabakası vardı. Gökyüzünde Ay veya Güneş gözükmesi gerekirken; kocaman, kahverengi Satürn gözüküyordu. Etrafta beyaz kuleler vardı. Sanırım onlar evlerdi. Beyaz saçlı insanlar etrafta dolanıyorlardı. Gözlerim karardı ve dengemi kaybettim...

Oy vermeyi ve kütüphanenize eklemeyi unutmayın!

İyi okumalar... :-)

UMUT SAVAŞLARI-ŞahikaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin