21.Bölüm.

5.4K 230 4
                                    

Herkese iyi geceler.  Bölüm biraz size kısa gelebilir ama Küçüğüm'ün bütün bölümleri birazcık kısaydı her zaman. Aklımda bir kurgu daha var onu da yazmaya başladım ama elimde bölüm biriktirmeden ve bana kapak tasarlayabilecek o mükemmel insan karşıma çıkmadan yayınlamayı düşünmüyorum. Diğer kurgu için biraz daha bekleyebilirsiniz.

Diğer kurguyu beklerken Küçüğüm dışında sizlerle ufak bir bölüm daha paylaşmayı düşünüyorum. Hilal'in 5 yıl boyunca az çok neler yaptığını biliyoruz. Peki ya Mert o 5 yıl boyunca ne yaptı? Unutmayın, o da Hilal kadar acı çekti ;)

23.Bölüm Final/Epilog tarzı bir bölüm olacak. Her şeyin bitip de kesinleşeceği bölüm 22.Bölüm yani. Bu bölümün sonunda bir adamımızı daha bitirmemiz gerek ;)

Çok konuşup sizi sıktım yine. Siz bölümü okumaya ben de kitap okumaya kaçayım o vakit. Yorum bırakırsanız beni çok mutlu edersiniz.

Sizleri seviyorum, kendinize çok iyi bakın!


"Hilal, bırak o silahı."

Mert, arka arkaya bu cümleyi söyleyip duruyordu. Ama beynim intikam hırsıyla yanıp tutuşmuştu. Bırakın Mert'i kendi içimdeki, o duvarların arkasına saklanmış Hilal'i bile duyamıyordum artık.

"Vuracaksan vur artık Hilal, bu şekilde beklemek gerçekten sıkıcı." Demir'in alaycı yorumu yüzümde aynı onun yüzündekine benzer bir gülümseme oluşmasını sağlamıştı. Alayla dolu bir gülümseme.

"Gerçekten hiç mi korkmuyorsun Demir? Seni vurabileceğimden, seni öldürebileceğimden? Hiç mi korkun yok?"

"Sen daha bir böcek öldürülürken bakamazsın. Sana kötü davransalar, kin besleyemezsin. Yıllarca içinde intikam hırsı büyütemezsin Hilal. Sen, bir insanı öldüremeyecek kadar saf, ama sana kötü davranmalarına izin verecek kadar da salak birisin."

Demir'in bu yorumu az da olsa kendi içime dönmemi sağlamıştı. Evet, eskiden böyle bir insandım. Ama onların bana zorla yaşattıkları yüzünden o Hilali duvarların arkasına kilitlemek zorunda kaldım. Arada bir baş gösterse de onu oradan tam anlamıyla çıkaramazdım. Çünkü o saf halime bürünemeyeceğim kadar çok şey öğrenmiş ve görmüştüm.

Alaycı bir kahkaha döküldü dudaklarımdan.

"Sizin de anlamadığınız şey bu işte. O Hilal geri gelemeyecek kadar değişti. Siz değiştirdiniz onu. Sizin verdiğiniz kararlar doğrultusunda o "salak Hilal" büyüdü. Ve şu an intikam hırsıyla yanıp tutuşuyorum." Yüzümdeki alaycı ifade yerini soğuk bakışlara bırakırken, Demir'in yüzünden geçen anlık korkuyu gördüm. Ve sonra tekrardan gülmeye başladı.

"Sesini duymak istemiyorum, yüzünü görmek istemiyorum. Hatta artık gülmeni de duymak istemiyorum Demir." Dedim ve yüzüne doğru tuttuğum silah depoda büyük bir gürültüyle yankılandı. Tam kalbinin üzerine tek bir kurşun. Ellerim titremeden aşağı doğru inerken Mert'in bana bakışı yüzünden bir an sarsıldığımı hissettim.

"Hilal sen ne yaptın?" diye sordu şoka uğramış sesiyle. Bu zamana kadar adam öldüren oydu bana niye kızıyordu ki şimdi?

"Hilal, bırak o silahı."

Bu sefer duymamak için öldürdüğüm o ses beynimde yankılandı. Arka arkaya o ses beynimin içinde çınlarken hayal aleminde kurduğum düşümden gerçekliğe doğru hızlı bir iniş bir yaptım.

Elimde hala silah, Demir'e doğrultulmuş bir şekilde duruyordu. Demir tam karşımda ayaktaydı. Göz ucuyla Mert'e baktığımda ellerini çözmeye çalıştığını görmüştüm.

"Demir'i öldürsem nasıl olur?" adlı hayalim burada son bulmuştu anlaşılan. Gözlerimdeki nefretle Demir'e bakmayı sürdürürken silahın bende olmasının verdiği avantajla Mert ellerindeki ipi çözüp, yanıma gelmişti.

"Küçüğüm, katil olan sen değilsin. Hadi, ver o silahı bana." Diyerek temkinli hareketlerle ellerini silaha doğru uzatıyordu Mert. İçimdeki geçmişe ait olan Hilal'in cılız sesi bana ulaşırken bir elimdeki silaha bir de Mert'e bakmıştım.

"Aşkınız midemi bulandırmaya başladı artık. Öldürecekseniz öldürün siz de kurtulun ben de huzura erişeyim artık." Demir'in iğrenç sesi düşüncelerimi bölmüştü.

"Sen hiçbir zaman huzura erişemezsin." İçimdeki Hilal'in o cılız sesini dinleyip silahı Mert'e teslim etmiştim. Silahı eline alır almaz tekrardan Demir'e doğrulttu Mert. Demir' doğru yavaş adımlarla yaklaşmaya başlamıştım.

"Sen huzura erişemeyecek kadar kötülük yaptın. Babamı öldürdün. O beş yıl boyunca Mert'in gittiği yeri bulabilmek için kaç insanın daha canına kıydın kim bilir. Bana yaptığının da bir bedeli olacak." Tam önünde durup gözlerinin içine baktım ama hala yüzüme bakıp da gülebilecek kadar yüzsüzdü.

"Peki ya sevgilin? Onun huzura ereceğini düşünüyor musun?"

"Hayır, düşünmüyorum Demir. Senin sayende ne Mert ne de ben huzura eremeyeceğiz. Ama biliyorum ki senden sonra bu dünyada çok daha mutlu olacağız." İçimdeki tüm güçle bana yaptığının bedeli olamayacak kadar küçük bir yumruk indirmiştim yüzüne. "Mesela sen şimdiden bedel ödemeye başladın Demir."

Elimi ovuşturarak Mert'in yanına doğru gittim. Elinde hala silah Demir'e doğru tutuyordu.

"Küçüğüm, onu öldürmek istemezsen anlarım ama-"

"Ama öldürmezsen bizi hiçbir zaman rahat bırakmayacağını biliyorum. Ne zaman vurman gerektiğini biliyorsun. Ben de Berke ve Ezgi'ye bakayım şey... Yaşıyorlar mı hala diye."

Kafasını anladığını belirtircesine salladı. Ben Liva'nın çıktığı kapıya doğru yavaş adımlarla giderken Mert'in benim buradan çıkmamı beklediğini biliyordum. Depodan çıkmak için yürüme mesafen oldukça büyüktü, dolayısıyla ben çıkana kadar Mert Demir'i bayağı bir dövmüştü. Seslerini duymuştum.

Liva'nın her an bir yerden çıkabilme düşüncesiyle depodan adımımı dışarı attım. Temkinli adımlarla hemen yan depoya, Berke ve Ezgi'nin yanına giderken geride bıraktığım depodan iki el silah sesi yükselmişti.

Derin bir nefes alıp Berke ve Ezgi'nin olduğu depoya girdiğimde yüzümde garip bir ifade oluşmuştu.

Liva yerde baygın bir şekilde yatıyordu, belki de ölmüştü buradan pek anlaşılmıyordu. Berke ve Ezgi ise bağlı oldukları sandalyelerden kurtulmuşlar ve öpüşüyorlardı! Bu garip durumda bile yüzümün gülmesi delirdiğime mi işaretti bilemiyorum ama yüzümü güldürmüşlerdi.

Deponun kapısına yaslanıp yalancı bir öksürükle onları bölerken Ezgi'nin bu zamana kadar ilk defa kızardığını gördüm.

"Hilal ben yani şey-" diye söze başlamıştı Mert ama hala öpüşmenin etkisinde olduğu belliydi.

"Birbirinizle özleminizi sonra giderirsiniz gençler, Mert'i de alıp bu lanet yerden bir an önce gitmek istiyorum artık."

Ve öyle de olmuştu. Demir ve Mert'in olduğu depoya doğru giderken Liva'nın nasıl öldüğünü de öğrenmiştim. Berke'yi öldürmeye kalkıştığı için ellerindeki ipi kolunda taşıdığı çakıyla kesip sonra da o çakıyı Liva'ya saplamıştı. Neden kolunda bir çakı taşıdığını sormamıştım tabii ki.

Mert ise Demir'e biri kafasına biri de tam kalbine denk gelecek şekilde iki tane sıkmıştı. Eski Hilal içimde acı çığlıklarını salarken bu sefer onu bilerek susturdum. İnsanlığımı hala kaybetmedim ama yaşadığım şeyler beni bu noktaya kadar getirmişti.

"Pekala, millet. Şimdi ne yapıyoruz?" Mert'in sorusu aklıma bir kişinin daha var olduğunu getirmişti.

"Bana katılmak istemezsen anlarım Mert ama bir kişinin daha hayatımızdan def olup gitmesi gerekiyor." Kim olduğunu sorarcasına bana baktığında yanıtım kısa olmuştu. "Cihan Özavcı. Senin baban."

Mert'in yüzünde ufak bir gülümseme belirmişti.

"Bu zamana kadar babalık yapmadığı için pek bir anlamı yok. Gidip kökünden bitirelim şu işi."

Küçüğüm.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin