1

89.5K 2.1K 1.8K
                                    


Başladığımız tarihi yazalım🕊

KURGU TAMAMEN DEĞİŞMİŞTİR.

Bedenime çarpan rüzgar şiddetini arttırdıkça adımlarımı daha fazla büyük atıyordum. Soğuk dayanılmaz bir hal almaya başlamıştı. Düşünceler beynimi kemiriyor, yanından çarparak geçtiğim insanlar öfkeyle arkamdan bağırıyordu. Nasıl olmuştu? Nasıl bu noktaya gelmiştim? Göz yaşlarımın akması beni sinirlendirirken eve gitmemek için türlü bahaneler uyduruyordu beynim. Bu gerçek olamazdı. Gerçek olamayacak kadar acıydı. Bu yükü bedenim kaldıramazdı. O telefon bana hiç gelmemişti, kimseyle konuşmamıştım. Terkedilmemiştim. Bu olamazdı. Sinirle yürürken ayağımın takılmasıyla yere yapışmıştım. Bu durum ne kadar bitkin düştüğümü farketmemi sağlarken yerde ki birikmiş suya öfkeyle vurdum. Şimdi tamamen yalnızdım. Yürüdüğüm bu yolda tamamen yalnız.

Bu yeteneği ben istememiştim. Sonuçlarını ben ödemek zorunda değildim. Sinirle yere bir kere daha vurduğumda çamurlu su yüzüme sıçramıştı. Telefonumun melodisi kulağımda çınlarken sinirle cebimden çıkardım.

"Ada"

Telefondaki ses oldukça endişeliydi.

"Özür dileriz, senden saklamamalıydık özür dileriz."

Telefonu elimden fırlattıp kafamı dizlerime yasladım. Her şey şakaydı. Şaka olmalıydı.


Gözlerimi zorla açmaya çalıştığımda, soğuk beni ürpertiyordu. Kafamı koyduğum zeminden kaldırdığımda nasıl burda uyuyakaldığımı düşündüm. Dün bayılmış mıydım? Gözlerim her yeri puslu görüyordu, bir kaç kez ovalayıp etrafıma iyice bakındım. Sokakta uyuya mı kalmıştım?

Ancak burası dün geldiğim sokak değildi? Dün ne olmuştu onu bile net hatırlayamıyordum. Yerimden doğrulup üstümü sirkelediğimde her yerim çamurdu. Dengemi sağlamakta başta zorluk çeksemde adım atmaya başladım. Etrafımı inceleyerek yürümeye başladığımda kalbimde yeniden o acıyı hissettim. Bunlar kabus muydu? Ananem ölmüş olamazdı. Olamazdı. Elim kalbimin üstüne giderken nefesimin tekrar daraldığını hissettim. İki büklüm bir şekile büründüğümde tekrardan göz yaşlarım yerini bulmuştu.
Bana her şeyi öğreten kişi hayatıma veda etmişti. Yalnız kalmıştım. Tek başıma. Ve bunun kararını o vermişti. Çok kızgındım. Onu iyileştirebileceğimi bile bile benden yardım istememesine çok kızgındım. Hasta olduğunu farkedemediğime çok kızgındım.

Rüzgar beni kendime getirirken dağılmış saçlarımı arkaya attım. Onu son kez görmem lazımdı. Elimden hala bir şey gelebilirdi. Gelmeliydi. Adımlarımı boş arazide hızlandırırken nereye gittiğime dair en ufak bir fikrim yoktu. Tek isteğim bir an önce onu görmekti. Hala yapabilirdim, bu işte iyiydim başarabilirdim.

Boş arazi bitmek bilmeyen bir yol gibiydi. Daha önce asla girmediğim bir yol. Etrafta ne taksi ne de bir ev vardı. Geç kalmış olmak beni iyice geriyor ve olduğum yere lanetler ediyordum. Bu yola nasıl girmiştim?

Karşıma çıkan tabelaya doğru koştum. Ne yazdığı yaklaştıkça belli oluyordu ancak bu yazıyı ve bu yeri daha önce hiç görmemiştim. Varlığından dahi haberim yoktu. Korkuyla tabelayı tekrar ve tekrar okudum.

"Kayıplar Şehri"

Bu lanet olası yer neresiydi?


Ucu bucağı olmayan yol, sonunda kendini bir panayır alanına bağlamıştı. Yürümekten bitkin düşmüş etrafımı inceliyordum. Her şey bitmişti geç kalmıştım bu düşünce kalbimi iyice sıkıştırırken, koluma çarpan bir çocukla kendime gelmiştim.

Panayırların eğlenceli olduğunu pek çok kez görmüştüm ancak burada işler farklıydı anlaşılan. Herkes ciddi bir şekilde işine odaklanmıştı. Eğlenceli bir hava yerine gergin bir hava ortama hakimdi. Gerçi bende de eğlenecek bir hava yoktu. Sinirlerim yıpranmış nereye düştüğümü bile anlayamamıştım.

Bildiğim tek şey dünyada olmadığımdı. Boyut değiştirmiştim. Bu bir kaç kez daha başıma gelmişti. Bu her şifacının başına gelen bir olaydı. Ancak bu yere ilk gelişimdi. Kimin bana nasıl ihtiyacı varsa gram umrumda değildi ve onu aramak istemiyordum. Görevimi bitirmek yerine bu mutsuz havayı sonuna kadar solumak istiyordum. Dünyaya geri dönmek istemiyordum. Çünkü artık orda beni bekleyen birisi yoktu.

Etraftan gelen kavga sesleriyle kafamı kaldırdım. İşte başlıyordu. Bu sefer aramama gerek yoktu çünkü tam yerine kendi ayaklarımla gelmiştim.

İki adam birbirini ölesiye yumruklarken insanlar işlerini bırakmış ve eğlenmeye başlamıştı. Panayırlarda böyle eğleniyorladı demek ki. Şiddet boyutu başta sadece yumruk ve tekmelerken şimdi etrafındaki insanlar onlara eşya veriyor ve birbirlerine daha fazla zarar vermelerine yardımcı oluyorlardı. Vahşeti izlemek midemi bulandırırken her şey bitene kadar sırtımı dönmeye karar verdim.

"Aşağlık herif."

"Yapabildiğin en iyi şey bu mu?"

Etrafta bağırışlar yükselirken bedenimde güç aradım. Bunun için burdaydım. Amacıma odaklanmalıydım. Öğrendiğim şey buydu. Amaç sadece amaç. Bu amaç yüzünden her şeye geç kalıyordum. En sevdiğim insana bile. Onun ölümüne yetişememişken hayatımda hiç bir anlamı olmayan insanlar için boyut boyut ışınlanıyordum. Kalbimi yakan bu acıyı kenara itip burdakilere nasıl yardım edebileceğimi düşünen kimse yok muydu? Bu kadar acı üstüne buraya benim dışımda gelebilecek şifacı yok muydu? Sinirle yerimden kalktım. Sonunda adamlardan birisi yere çakılıp kalmıştı.

Gizlilik bizim için çok önemliydi ancak şu an gram umrumda değildi. Sadece işimi bitirip acımı yaşamak istiyordum. Meydandaki insanların arasına doğru gidip, çarparak aralarından geçtim. İnsanlar arkamdan küfürler ederken karşımdaki iri adamın zafer gösterisini yapmasını beklemeden yerde yığılan adamın yanına oturdum.

Nefret ediyordum. Tanımadığım ve pis işlere bulaşsa dahi onları iyileştirmek için boyut değiştirmekten nefret ediyordum. Eğer ananem yanımda olsaydı ve böyle düşündüğümü duysaydı kafama vurur ve beni azarlardı. Yüzümde acı bir tebessüm oluşurken az önce zafer sevincini böldüğüm adam başımda dikiliyordu. Kalıplı adama göz ucuyla bakıp diğer adamın üzerine ellerimi yerleştirdim. Aslında bunu gizli yapmamızın en büyük nedeni iyileştirdikten sonra bedenimizin güçsüz düşmesiydi ancak bundan daha kötülerini iyileştirmiştim. O yüzden sorun etmeden ve düşünmeden ellerimi adamın üzerine yerleştirdim. Sesler kulağımda uğultu olurken sadece odaklanmaya çalıştım. Yaraların bazıları derindi ancak önce kolay olanlardan başladım.

Önce yürü sonra koş.

Gözlerimi açtığımda etrafımdan çıkan siyah dumanlara aldırmadan kalkıp kalabalığın içinden tekrar geçecektim ki bir kol tarafından tutulmamla başka yere sürüklenmeye başladım.

Bu umrumda bile değildi biraz sonra kendi boyutuma geçecektim bile...

Aniden kafama gelen sert cisimle sendelemem ve yere düşene kadar.


Gözlerimi açtığımda sert zeminden destek alarak ayağa kalktım. Ne olmuştu? Neden hala boyut değiştirmemiştim. Ensemde ağrı kendini belli ederken ellerimi o bölgeye götürdüm. Bu asalak güçlerin kendi bedenimde işe yaramaması kadar saçma bir durum olamazdı. Gözlerimi sinirle kapatıp derin derin nefes aldım. Birazdan değişmeliydi. Biraz daha beklemeliydim sadece.

Olduğum buz gibi ortam beni etkilesede gözlerimin kapanmasına izin vermeyerek boyutun değişmesini bekledim. Ancak olmadı onun yerine kapının kilidinin açılma sesi yankılandı. Merakla kapıya baktığımda içeriye giren uzun boylu adama ilişti bakışlarım.

Kalıplı ve güçlü gözüküyordu. Bana ihtiyacı olmayacak derecede sağlıklı.
Yaralı gibi durmuyordu, öyleyse beni neden sürüklemişti kim hastaydı? Gözlerindeki nedensiz nefret gözlerimi bulduğunda kalbimin sıkıştığını hissettim. Siyah gözlerinin üzerimde kurduğu hakimiyetle olduğum yere biraz daha sindim. Üzerimde gezinen bakışları kalbimin ritmini bozuyordu.

"Kayıplar şehrine hoşgeldin. Kayıp."

Hello yeni kurgumuz güzel mi?

KAYIPUnde poveștirile trăiesc. Descoperă acum