11

3.3K 623 251
                                    

Pazar günü kargaşa içinde geçiyor.
Ders ve proje ödevleri arasında gelip gidiyorum. Babam pazartesi günü eve döneceğinden ve kısa bir süre burada kalacağından annem evi temizlemeye ve süpürmeye çalışıyor çünkü hafta içleri öyle meşgul ki ev karman çorman.
Haneul, anneme Chanyeol'dan bahsediyor ve annemin ilginç bakışları altında ezile büzüle kahvaltı yapıyorum. Ona neden Chanyeol'dan bahsetmediğimi sorguluyor gibi. Oysa bilmiyor ki bunu ondan daha çok istiyorum.

Gün içinde Haneul ile pastaneye gidip bir şeyler yiyoruz. Sohbet ediyoruz.
Haneul için vakit ayırmak hiç de zor bir şey değilmiş, bunu anlıyorum.

Fakat günün en heyecanlı kısmı saat akşam on bir buçuk gibiyken yaşanıyor.
Uykunun huzurlu kollarının arasındayken kulaklarımı telefonumun zil sesi dolduruyor ve eğer arayan bir banka falansa onları öldüreceğime dair yeminler ederek pikeyi üstümden atıyorum. Komidinin üzerindeki telefona uzanıyorum.
Arayan Chanyeol.

Yatak başında oturup zaten karışmış olan saçlarımı daha çok karıştırıyorum. Boynumu kaşıyorken telefonu açıyorum ve zar zor 'Alo?' diyorum.

"Baekhyun,"
Sesinin etrafında dolaşan minik rüzgar seslerini duymazlıktan geliyorum. Büyük ihtimal evde değil dışarıda. Bu saatte neden beni arıyor merak ediyorum elbette ama aynı zamanda tekrar uyumak için her şeyi verebileceğimi fark ediyorum. Bu beni dehşete düşürüyor.

"Evinizin olduğu sokağın başındayım.
Gelebilir misin?"

🌸

Ekoseli pijamama aldırmadan ve dışarısının serin olduğunu bile bile ince kumaş, kısa kollu tişörtümle dışarı çıkıyorum. Saçlarımı düzeltmiyorum bile. Yüzümde makyaj yok, ayaklarımda pizza desenli utanç verici çoraplarım ve terliklerimle dışarı çıkıyorum.
Annemle Haneul uyanmasın diye elimden geldiğince sessizim.
Kapının kilidini açıp, dışarı çıkış bana cuma gününü hatırlatıyor. Parlak çocuk Chanyeol'un pembe duvara sırtını yaslamış bir şekilde tren vagonlarını dizişi aklıma geliyor.

Asansörde biraz uyukladıktan sonra nihayet sokağa çıkıyorum ve havanın tam da tahmin ettiğim gibi serin. Gökyüzü simsiyah. Yıldızlar minik beyaz noktalardan ibaret. Etraf rahatsız edecek derecede sessiz.

Bu saatte, umarım bu şekilde dışarıda Chanyeol ile buluşuyor olmamın mantıklı bir sebebi vardır diye düşünüyorum çünkü rezalet gözüküyorum. Uykulu, dağınık ve çirkin.

Sokağın en başına vardığımda Chanyeol'un da tıpkı benim gibi olduğunu görüyorum ve bu, bir şekilde iyi hissetmemi sağlıyor. Altında açık gri, bol bir pijama ve üstünde Transformers'lı kırış kırış olmuş bir tişört var. Benim gibi terlik giymiş ve sokak lambasının aydınlattığı kadarıyla ojelerinin hala tırnaklarında olduğunu fark ediyorum. Serin hava uykumu açıyor ardından ve Chanyeol'a doğru yürümeye başlıyorum.
Kaldırımda durmuş ona gelişimi izliyor sakince.

"Chanyeol,"
Karşısına geçip gece ile bütünleşmiş kahverengi irislerine ve kıvırcıklaşmış saçlarına bakıyorum. Muhteşem gözüküyor. Geceden daha güzel ve göz kamaştırıcı, dünyadaki en değerli mücevher gibi parıldıyor. Işıltılı etiketlere ihtiyacı yok.
"Bir şey mi oldu?"

Çok gergin gözüküyor. O, parmakları ile oynarken ve kaldırım taşlarına bakarken iç çekiyorum. Bir an önce söylemek istediklerini söylesin istiyorum. Hadi ama Chanyeol, söyle ve kurtul. Kendini sıkma,streslenme,
sakinleş. Sorun yok. Her şey yolunda.

"Baekhyun," Dudaklarını ısırıyor ve birden, bir anlığına mutlu gözüküyor.

"Uzun zamandır sana söylemek istediğim şeyler var. Bunu Jeongyeon ve annemle paylaştım. Bana bir sürü şey söylediler. Biliyorum şimdi hiç zamanı değil ama uyuyamıyorum, gerçekten. Sürekli bunu düşünüyorum. Ne yapmalıyım bilmiyorum."

Anlam veremiyorum. Saçlarımı gözümün önünden çekip ona doğru bir adım daha attığımda nefes alış verişleri hızlanıyor. Yutkunuyor ve ne demesi gerektiğini kafasında kurduğu terazide tartıyor. Sonunda kafasını kaldırıp tekrar bana bakabiliyor. Ne demeye çalıştığını biliyorum. Küçücük tebessüm ediyorum. Zamanın en değerli saliselerini avuçlarımda tutmak istiyorum.

"Baekhyun, bunu nasıl söylerim?"

Yüzümü avuçlarının arasına alıyor. Şaşkınlıkla gözlerimi büyütüyorum. Kaşlarımı okşuyor ilk, sonra kulaklarımın arkasındaki saçlarımı ve yanaklarımı. Öyle nazik ki gözlerim doluveriyor. Bana bakıp ne demeye çalıştığını anlatıyor. Yıldızlı gecenin en güzel yıldızının kollarında tir tir titriyorum.

"Seni sevdiğimi, nasıl söylerim?"
Artık üşümüyorum, sıcaktan yanıyorum hatta. Yanaklarım kim bilir kırmızının hangi tonuna bürünüyor.
Parmak uçlarım acıyor, nefes alamıyorum. Kaşlarımı tekrar okşasın istiyorum. Yüreğim, zavallı yüreğim kor bir ateş gibi yanıyor. Küllerim etrafa uçtu uçacak. Her yerimden yırtılıyorum, kelebeklerim artık özgürler.

"Söyleme," diyorum. Söylemesine veya anlatmasına gerek yok, ben onu anlıyorum. Bakışlarından, davranışlarından. Bir cümleden daha değerli bir sürü şey yapıyor ve ben onun en çok bu halini seviyorum. Doğallığını seviyorum. Kendini zorlamayışını, dürüst sözlerini ve olduğu gibi oluşunu seviyorum.
Park Chanyeol'u seviyorum ama bu basit bir 'Seni seviyorum.' cümlesi ile ifade edilebilecek bir şey değil ve onun da benimle aynı fikirde oluşu ile harabeye dönüyorum.

"Baekhyun," Burunlarımız birbirine değdiğinde birkaç saniyeliğine kapıyor gözlerini. Göz kapaklarında saklıyor cenneti. Solan çiçeklerim açıyor tekrardan. "Seni öpsem..." Devamını getiremiyor.

Cevap vermiyorum ve dudaklarına yaslıyorum dudaklarımı. Bu sefer kapanan göz kapakları bana ait. Yüzümdeki elleri daha çok kavrıyor yanaklarımı. Kollarımı boynuna doluyorum, parmak ucuma basıyorum onu daha güzel öpebilmek için.

Nazik birkaç nefes, dokunuş, patlayan güzel kokulu tat başımı döndürüyor.
Dudaklarımın arasında bir pamuk varmış gibi hissettiriyor her şey. İşte tam o anda, zaten ağlamaya hazır gözlerimden yaşlar süzülüyor. Bu olmasını isteyeceğim en son şey ama elimde değil. Mutluluk harmanlıyor tüm bedenimi.
Kafe Terastaki Gece'yim o an, Mona Lisa'yım, Çığlık'ım, Venüs'ün Doğuşu gözlerimin önünde, Son Akşam Yemeği dün gibi aklımda, 3 Mayıs 1808'i yaşıyorum, Gece Kuşlar'ı çevreliyor etrafımızı, uçuyor uçuyor göğe yaslıyorum hayallerimi. Şerefe diyerek yemin ediyorum yeryüzüne.
Kalbim iflas ediyor, olsun diyorum.
Şerefe.

Süs çalılıklarının arkasında bir yerde, sokak lambasının biraz uzağında, sarmaş dolaş halde öylece geceye karışarak öpüyor sonra beni. Çekirgeler ıslık ıslığa, yıldızlar kayıyor, zar zor dayanabiliyorum. Öpüyor beni, güzelliği şerefine.

O okyanusta kaybolmuş yalnız bir balıkken, benim onu kurtarabileceğimi düşünüyor.

lonely fishWhere stories live. Discover now