4

251 38 5
                                    

Bir an son kısımda Demolition Lovers yerine Hepsi - Aşk Sakızı yazmayı düşündüm ama ciddiyetimizi korumalıyız :c

***

''Bütün bu saçmalıklar ne?'' diye bağırdım Gerard'a. Bu bağırışım bir deliyi andırabilirdi. Ama umurumda değildi. Bağırmaya devam ettim:
''Bir yıl sonra karşıma çıkıyorsun. Üstelik karımı öldürerek! Bunu sen yaptın, biliyorum. Gerçek olup olmadığını bile ayırt edemiyorum artık. Benden başkası seni görmüyor. Bütün bu kanlı yazıların, müzik kutusunun sebebi ne? Bana bunu anlat!''

Nefes nefese kalmıştım. Bunun sebebi hem hızlı ve yüksek sesle konuşuyor olmam, hem de ağlamaya başlamış olmamdı. Deliriyordum. Gerard gerçek olamazdı. O ölmüştü ve bunu bildiğim halde karşımda durduğunu görmek oldukça korkutucu ve saçmaydı.

Gerard eski sakinliğini koruyarak konuşmaya başladı:
''Tekrar eskisi gibi olabilmemiz için buradayım, Frank. Seni sevdiğim için buradayım,'' dedi. Bana tekrar yaklaşmaya başlamıştı. ''Bize engel olan kişiyi ortadan kaldırmak için buradayım. Ve yaptım da. Artık tekrar beraber olabiliriz. Harika, değil mi?''
Bu sözlerini yaptığı şey çok normalmiş gibi söylüyordu. O Gerard değildi. O benim bildiğim Gerard olamazdı!

''Saçmalık!'' diye bağırdım. ''Seni sevmiyorum, Gerard. Sen karımı öldürdün.''
Son cümleyi söylerken sesim titremişti. Ama bu, şu anda umurumda olması gereken son şeydi. Kendi ses tonumu ya da yüz ifademi önemsemek yerine, sanırım onunkini önemsemeliydim. 
Çünkü demin söylediğim şey yüzünden yüz ifadesi yok olmaya başlamıştı. İfadesiz, cansız bir robot gibi bakmaya başlamıştı. Hayatımda bunun kadar korkutucu bir yüz ifadesi görmemiştim. 

''Ben tatlı intikamın hayaletiyim, Frank. İntikamımı çoktan aldım. Şimdi sıra mutlu olmaya geldi. Ancak seninle mutlu olabilirim Frank,'' dedi Gerard. Yüzündeki ifadesizliği koruyordu. ''Ama mutluluğuma izin vermezsen, bana başka bir seçenek bırakmazsın.''

Kanımı donduran bu cümleye cevap vermemi beklemeden ortadan kayboldu.

***

''Dün gece bazı sesler duydum,'' dedi Ray. Kahvaltı yapıyorduk. ''Dışarıdan geliyordu. Biriyle kavga mı ediyordun?''
Uykusuzluktan gözlerimi açmakta, kaşık tutmakta ve dışarıdan gelen sesleri algılamada zorlandığım için birkaç saniye boyunca Ray'in sorduğu şeyi anlamaya çalışmıştım.

''Evet,'' dedim sonra. ''Bahçeye çıktım. Birisi aradı da.''
Hayatımın geri kalanı -ya da Gerard beni rahat bırakana kadar- boyunca sürekli yalan söylemem gerekecekti. Bu konuda uzmanlaşsam iyi olurdu.

''Kiminle, neden kavga ettin?'' diye sordu bu kez. Aklıma gelen ilk şeyi söyleyiverdim:

''Dolandırıcı.'' 
Çatalımı bırakıp arkama yaslandım. Uykum varken bir şeyler yemeye çalışmak oldukça zordu. Midem almıyordu. 

''Anladım,'' dedi Ray. Ardından konuyu değiştirdi: ''Kayıtlara devam edecek miyiz? Yoksa zamana ihtiyaç duyuyor musun?''
Jamia'yı kastettiğini biliyordum ama Gerard, Jamia için üzülmeme engel olacak kadar kafamı kurcalamıştı. Elbette bunu Ray'e anlatamazdım. Tanrım, bu duygu karmaşası ve kararsızlık ne zaman sona erecek?

''Hayır,'' dedim. ''Devam edebiliriz. Belki üzgünken daha iyi şarkı söylerim.'' Bu cümleyi kurduktan sonra kıkırdamıştım. Sahteydi ama umurumda bile değildi. 

***

''Nasıl hissediyorsun, Frank?'' 
Stüdyoya geldiğimizde her ağızdan çıkan bu soru beni daha da sıksa da, onlara bunu söyleyerek kabalık etmek istemezdim. 

''Sorun yok,'' dedim soğuk bir ses tonuyla. ''Haydi başlayalım.''

Mikrofonun önüne geçip birkaç gündür bir türlü istediğimiz gibi kaydedemediğimiz şarkıyı söylemeye başladım:

''Hand in mine, into your icy blues
And then I'd say to you we could take to the highway.
With this trunk of ammunition too.
I'd end my days with you in a hail of bullets.''

Bu romantik şarkıyı söylerken, eminim herkes Jamia'yı düşündüğümü falan sanıyordur. Normal şartlarda onu düşünürdüm. Ama kafamı kurcalayan başkası vardı. O Gerard'dı. Ve aklıma onunla yaşadığımız anlar gelirken gözlerim doluyordu.

''I'm trying, I'm trying,
To let you know just how much you mean to me.
And after all the the things we put each other through and ...''

Gözyaşlarım şarkıyı söylememe engel olmuş, ortamı terk edip tuvalete kaçmamı sağlamışlardı. 

Kabinlerden birine girerek kendimi kilitledim. Gözyaşlarımı engelleyemiyordum. Aslında engellemek de istemiyordum. Her ne kadar hıçkırıklarım nefes almamı zorlaştırsa da ağlamak istiyordum.

Bu şarkıları söylemesi gereken kişi Gerard'dı. Gerçek solist ben değildim. Asla onun gibi şarkı söyleyemezdim ki. 
Gerard'ın sesi aklıma geldi. Bize şarkı söylediği zamanlar, güldüğü ve ağladığı zamanlar gülümsetmişti beni. Onunla tanıştığım ilk an ve samimi olmaya başladığımız, aşık olduğumuz anlar... Hepsi güzel anılardı. Ama sonu öyle değildi. 

Onu stüdyonun tuvaletinde, şu anda bulunduğum kabinde cansız bir şekilde bulduğum gün hayatımın asla aynı kalmayacağını anladığım gündü işte. Attığım çığlık, şimdikine benzeyen hıçkırıklı ağlayışım, bedenine sarılmam ve kendi kanının sıçramış olduğu mektubu bulmam...

Tanrı bana haber vermeye çalışmıştı o gün. Ben düğünümde eğlenirken Gerard'ın orada olmadığını fark ettiğimde aptallık edip önemsememiştim. Ama içimde kötü bir his vardı ve hiç geçmiyordu. Onu önemsemek yerine bastırmaya çalışmıştım!

Sana yemin ederim Gerard, böyle olacağını bilseydim Jamia ile hiç evlenmezdim.

the ghost of sweet revenge / frerardWaar verhalen tot leven komen. Ontdek het nu