twenty five minutes; final part three

2.5K 433 209
                                    

Geriye yirmi beş dakika kalmıştı.

Beş kişinin depoyu terk etmesinin üzerinden fazla zaman geçmemişti. Belki üç, belki beş dakika yitip gitmişti, fakat Jungkook kalan yirmi beş dakikasına karşın nefesinin zorlanıyor olduğunu, bazen boğulduğunu hissediyordu.

Üzerindeki bombaya bakıyordu bazen. Yaşama görevinin bu kadar kolay geçip gitmeyeceğini tahmin etmesi gerekirdi.

Sonuçta Hoseok'un yaptığı şey de Tanrı'nın yaptıkları gibiydi. Bir kaç insan koyuyorlardı kendi dünyalarına, hepsine yaşama hakkı vermenin yanında bazı görevler yüklüyorlardı, sadece bazı nadirler, yalın olarak yaşama hakkını alıyordu. Yaşıyorlar, görevlerini doyasıya yerlerine getiriyorlardı. Fakat sonra, görevlerinin acı kısmı çıkageliyordu. Ölümleri herkesten daha acı oluyordu, herkesten daha kafa karıştırıcı. Askerler örnek verilebilirdi bu insanlara, intihar edenler... ya da yalnızca Jungkook.

"Neden ben?" diye sordu göz pınarlarının kuruduğunu, içindeki acımazsızlığın can bulduğunu hissettiğinde. Uzun süre cevap alamadıktan sonra bir ses duyuldu kapının ardından.

"Çünkü en çok senden nefret ediyorum."

Gözlerini kırptı yavaşça. Nefreti, Hoseok'un ses tonunda hissediyordu ve üç aydır burada hissettiği bu duygu, Jungkook'a hiç yabancı gelmiyordu.

"Ama neden?" diye sordu bir kez daha. Açıkçası umrunda değildi. Son anlarını kısa bir sohbetle geçirmek şu anda onun için bir hediyeydi.

Hoseok ise, her sorunun ardından cevap vermek için bekliyordu bir kaç saniye.

"Sen ilktin. Deneyimi tamamlayan ilk kişiydin."

Jungkook, insanları nasıl sevmediğini düşündü, onlarla ilgili çoğu detaydan nefret ettiğini, ama o gün, o saatte birilerine yardım etmek istediğini düşündü.

"Ben sadece insanları kurtarmak istedim." dedi.

Hoseok ona göz devirdi. Bu ifade artık alışkanlığı haline gelmişti. Alay dolu kahkahasını dudaklarından salmadan önce söyledi;

"İnsanlar kurtarılmaya değecek yaratıklar değil. Nasıl kolayca gittiklerini gördün mü? Sen de kurtarılmaya değmiyorsun."

Jungkook, bir kez daha ortaya çıkan boğulma hissiyle savaşmak için derin bir nefes almaya çalıştı. Boştaki elini boğazına götürüp ovuşturmaya çalıştı.

"Özür dilerim. Telafi edemez miyim?"

Zor da olsa bunları söylemişti. Hoseok cevapladı.

"Ölebilirsin."

Jungkook, kaderine boyun eğmenin zorundalığıyla gözlerini kapattı.

"Peki öyleyse, seni de nefretinden kurtarabileceksem ölmeye razıyım." dedi son olarak.

Hoseok o anda hatırladığı şeyle içinde bir şeylerin sızladığını hissetmişti. Bir tanıdığı, bir gün, 'İyileşmen için canımı feda edebilirim.' demişti ona. Bu, Hoseok'un kalbine gerçekten dokunmuştu ve Hoseok gerçekten o günden sonra iyileşmeye çalışmıştı. Fakat başarılı olamadığı ortadaydı.

Dolan gözlerini kırptı hızlıca. Büzülen dudaklarını düzleştirmeye çalıştı. Boştaki kolunu gözlerinin üstüne bastırıp kendini sıktı, yararlı olmadı.

Ağladı.

Ağladığı bu süre içinde bir ara da, "Onlara yalan söyledim." dedi Jungkook'a.

Jungkook merakla sordu.

"Ne yalanı?"

Hoseok tekrar gözlerini sildi ve akan burnunu çekti.

"Seni kurtarabilirler. Hiçbir şifre çözümsüz olmaz. Hiçbir kapı da tamamen kilitlenemez. Ama seni kurtarmak için gerçekten uğraşmadılar."

Bir süre durdu ve düşündü. Jungkook'a her şeyi söylemekte sakınca görmeli miydi artık? Zaten kaderinde onunla birlikte ölmek vardı.

"Seokjin de beni tedavi edeceğini, beni kurtarmak için uğraşacağını söylemişti. Ama o da yeterince denemedi. Ben tam iyileştiğimi düşündüğüm sırada kesti uğraşmayı hem de. Henüz daha düşünme aşamasındaydım oysa ki!"

Jungkook duyduklarını anlamaya çalışıyordu. Hoseok'un Seokjin'i tanıdığını zaten anlamıştı, fakat ilişkilerinin ne olduğu hala kafasında oturmuş değildi.

"Seokjin senin neyindi Hoseok?"

Hoseok bu sefer beklemeden cevap verdi.

"Psikiyatristimdi. Sonra bana ilk deneyimde yardımcı oldu. Bu deneyde ise önce gönülsüz yardımcı oldu, sonra kuklalarımdan birine dönüştü."

Jungkook, Hoseok göremese bile başını salladı ve "Anladım." dedi.

Hoseok söylendi.

"Gaipten sesler duyuyorum. Sonunda tamamen delirdim sanırım.

Derin bir iç çekti ve Jungkook'a seslendi.

"Jungkook."

Genç olandan cevap gelmeyince hafif bir korkunun vücudunu yalayıp geçtiğini hissetti.

"Jungkook!"

Hala cevap yoktu. Zaman nasıl çabuk dolmuş olabilirdi ki? İmkansızdı. Jungkook'un henüz vakti vardı.

"Lütfen ölme." dedi kısık bir sesle. Acı çekiyordu.

"Şimdi ölme Jungkook."

Gözyaşlarına engel olmadı.

"Yoksa yalnız kalırım."

Bir psikopat veya bir sosyopat bile, yalnız olduğunu bilerek ölmek istemezdi.

***

Ayo + Jello

tasks for puppets #btsWhere stories live. Discover now