2 | Hızlı Yaşa

4.6K 420 204
                                    



İyi okumalar.



Thomas More der ki eğer onur kazançlı olsaydı herkes onurlu olabilirdi.

Hayatım boyunca onursuzluğu sermişti insanlar önüme. Kendi öz babam bile.
Yaptıklarımdan pişman olmamam bu yüzdendi belki de. İnsanların iyi olacaklarına inanmıyordum. Doğru dürüst yaşam sürebileceklerine. İlla ki bir yerde patlak verecekti.

Bir baba kızını döverdi. Bir anne çocuklarını bırakıp giderdi. Bir genç kız yalan söylerdi. Bir genç adam hırsızlık yapardı. Herkes bir anlığına da olsa bu dünyada iğrençleşebilirdi. Ne zaman olacağını bilmediğimden birine güvenemiyordum. Yapılanları anı anına hatırlayan bir zihne sahiptim. Asla ne olursa olsun tek bir saniyesini bile unutmadan her anı tutabiliyordum. Diyorlardı ki yapabildiklerim benim lanetim.

Çok yanılıyorlardı.

Çünkü benim en büyük lanetim ne yaptığımı ne de yapılanı asla unutmamam ve ilk an ki gibi yaşamamdı.

*

Sabah uyandığımda Sıla mışıl mışıl uyuyordu. Dün gece uzun uzun konuşmuş ve bir karara varmıştık. Eylem'in yanına gidecektim. Bundan sadece onun haberi olacaktı. Aksel'e söylersem beni asla göndermezdi. Yeri geldiğinde herkesten vazgeçmek zorundaydık. Biri için değil kendimiz için. Eylem'in yanına gitmek en doğru karar değildi ama en kötü karar da değildi. Çocukluğumuz pek parlak sayılmazdı. Aksine Eylem bu hayatta bana zarar veren insanlarda başı çekiyordu. Benden hep nefret ettiğini söylerdi. Bu hayatta hiçbir şey hak etmediğimi ilk ondan duymuştum.

Kim oldukları önemli değildi. Herkes her zaman bir şeyler söylerdi. Bizi üzmek için ya da yıldırmak için bazense sadece öyle istedikleri için. Eğer ki dizlerim üzerine düşersem bana biat et diyecek onlarca insan vardı ama eğer ayaklarım üzerindeysem hepsinin üzerine gidebilirdim. Düştüğümde yenilmeyecektim hiçbir zaman biliyordum ki, ben asıl kendime inanmayı bıraktığımda yenilecektim.

Bu dünyada kimse beni düşüremezdi. Bunu yapacak tek güç vardı. O da kendimdi. Bu yüzden bitmiyordu kendimin kendisiyle kavgası. Bitmeyecekti de.

"Geldik hanımefendi." Taksiciye ücretini ödeyip indiğimde sırt çantamı sıkı sıkıya tutarak bordo apartmana bakıyordum. Ellerimi kotumun ceplerine sokup olduğum yerde durdum. Etrafa kısa bir bakış atarak apartmana girdiğimde öylesine boş hissediyordum ki. Asansörün gelmesini beklerken duvara sırtımı yasladım. Asansör gelip içine girdikten sonra yapacaklarımı, ona söyleyeceğim her şeyi kafamda tartmaya çalıştım.

Annemi bulmak istiyordum.

İki yıldır bunun üzerine çalışıp duruyordum. Her türlü bilgiye ulaşmak için girmediğim ortam kalmamıştı. Bir kez bu yüzden karakola bile düşmüştüm ve babam o günden beri eve giriş çıkış saatlerimi kısıtlıyordu.

Kapılar açıldığında dışarı çıkıp karşımda duran dairenin kapısını çalıp beklemeye başladım. Kapı açıldığında karşımda turuncu saçlı bir kız vardı. Bana dik dik bakarken onu süzdüm. Beyaz tenli çilleri olan güzel bir kızdı. Boyu benden kısaydı. Üzerinde salaş bir tişört ve beyaz bir şort vardı. "Eylem'in evi mi?" Dediğimde kaşlarını kaldırıp "Sen kimsin?" Diye sordu. Arkasından bir çocuk gelip "Kim gelmiş?" Diye sorduğunda elinde bir kase vardı. Beni gördüğünde bir an durdu. Öksürmeye başladığında gülümsedim.

"Eylem'i niye arıyorsun?" Diye araya girdi turuncu saçlı kız. Yanında duran erkeğe dirsek attı. "Çekil git Cedi şuradan." Diye söyleniyordu bir yandan. "Sana hesap verecek değilim ya." Dedim kollarımı göğsümde birleştirerek. Yüzüme hala dik dik baktığını fark ettiğimde kollarımı çözüp ikisini de içeri doğru ittirip içeri girdim. Girdiğim oda direkt mutfak çıktığında arkası dönük kızıl saçlı bir kız bir şeyler yiyordu.

Meyhane'de Bir KadehWhere stories live. Discover now