GİRİŞ

225 37 5
                                    

Çok çocuklu bir ailenin yukarıdan aşağıya ikinci aşağıdan yukarıya beşinci çocuğuyum. Benden büyük bir abim var, gerisi hep kız. Erkek çocukların küçüğü kız çocukların büyüğüyüm. Abim Ali, kız kardeşlerim; Serap, Selda, Tuba ve Demet.

Hani derler ya " beş parmağın beşi bir olmaz. " diye, aynen öyle. Tam da bu sözün doğruluğunun kanıtları gibiydik. Bir kolun uzantısında altı parmak... altı benzemez. Hepsi de şahsına münhasır karakterler ve hepsi de adlarıyla müstesna...

Abim Ali; namı diğer Cin Ali. Haylaz... huysuz... huzursuz bir çocuktur. Leblebiden nem kapar. İncir çekirdeğini doldurmayacak meselelerden kavga çıkartabilir. Asabidir. İyiliğine de bir şey söyleseniz her an cini tutabilir. Ee, hal böyle olunca cinin atıyla birlikte dolaşır... seyisi gibidir. Patlamaya hazır bir bomba sanki. Her an cin ifrit olmaya... her an cinin atına binmeye hazır. Kavgasız bitirdiği oyun görülmemiştir. Yarası beresi hiç eksik olmaz. Dayak atsa da yese de akıllanmaz, bildiğinden bir adım geri atmaz. Annem kızınca "ömür törpüsü" diyerek söylenir, ona.

Neyse abim için bu kadarını yazmış olmam dahi onu cin ifrit etmeye yeter... yeter de artar bile.

Sizlere, kısa kısa da olsa kız kardeşlerimden de bahsetmek istiyorum. Evet, kısa kısa...

Abimi anlatırken tarafsız olmaya çalışıp onu biraz gömmüş olsam da söz konusu kız kardeşlerim olunca tarafsız olabilir miyim bilmiyorum. Daha doğrusu sanmıyorum. Konu kız kardeşlerimse gerisi teferruat.

Bahse konu kız kardeşlerim olunca tarafsız kalamıyorum... kalmak da istemem zaten. Ben hep onların tarafında, onlardan yanayım. Kendimi, onlara sahip çıkmak... korumak kollamak... kol kanat germek zorunda hissediyorum.

Henüz çocuklarken onlara sahip çıkmalı... koruyup kollamalıyım ki büyüdüklerinde hiç kimsenin sahip çıkmasına ihtiyaç duymasınlar. Hiçbir zaman kendilerine bir sahip aramasınlar , birilerine mecbur olmasınlar. Zorda... zorunda kalmasınlar. Her neyi... her kimle yaşayacaklarsa mecbur oldukları için değil diledikleri için yaşasınlar , istiyorum. Bir erkeğin üç beş adım gerisinde bir saye olmasınlar, karaçarşaflara bürünüp bir karaltı gibi geçip gitmesinler hayattan. Ve hayat akıp geçerken tüm hızıyla, bir peçenin arkasından bakıp kalmasınlar... katılsınlar.

Gerektiğinde kendi sayeleri yetsin onlara, sığınacak başka sayeler aramasınlar, kendi sayelerinde yaşayabilsinler. Birer makine olmasınlar... kuluçkaya dönmesinler... Cuma olmasınlar. Hem kendi sayeleri olsun hayatta hem kendi gayeleri...

Evet. Kız kardeşlerim hakkındaki daha doğrusu tüm kız çocukları hakkındaki düşüncelerimi paylaştım sizlerle. Ümit ederim birazcık pozitif ayrımcılık yapmamı tolore edebilirsiniz. Şimdiden affınıza sığınıyorum.

Ben Charlie,  onlar benim meleklerim... onlar benim bebeklerim. Birinin tırnağına taş ya da herhangi birinin gözlerine yaş değse içim yanar... yüreğim kanar.

    Serap;
    Onunla, çölün ortasında karşılaşsanız cennetteyim zannedersiniz. Onu cennet gibi bir yerde görseniz kendinizi çöldeymiş gibi hissedersiniz. İçinde bulunduğunuz ortam ne kadar güzel olursa olsun onun güzelliği karşısında sönüverir. Tüm güzellikleri unutur ve gözlerinizi ondan alamazsınız. Bir an önce ona ulaşmak, kavuşmak istersiniz. Siz,  ona doğru koştukça o kaçar. Ona yaklaştığınızı zannedersiniz o sizden uzaklaşır. Bırakamazsınız peşini onu kaybetmekten korkarsınız. Kaçtıkça kovalarsınız, o da kovalandıkça kaçar. Görenin gönlünde bin yara açar.

     Selda;
     Saçlarının kıvırcık olduğundan mıdır bilmem ama, kafası biraz karışıktır. Bahar aylarında yüksek dağların zirvelerinden çağlayıp gelen seller gibidir. Hırçın... coşkun... çağlak... ve bir o kadar da ağlak. Tüm duygularını en yükseklerde yaşar, hep doruklarda hep zirvelerde ve hep en yüksek perdelerde... Sevinse de, üzülse de.
     Sırf bu özelliğinden dolayı bazen bendini aşar ve yıkar döker etrafını. İstemeden de olsa bazen üzer en yakınlarını. Çabucak öfkelenip köpürür. Ama saman alevi gibidir, çabucak söner... çabucak diner. Bilen bilir onun bu özelliğini de bilmeyen kırılıp gücenir. Düze inince sakinleşir... dinginleşir. Kin tutmak nedir bilmez, unutur. Daha bir edalı daha bir nazlı akar. İşveli gözlerle şöyle bir bakar / bir bakışıyla ne canlar yakar.

     Tuba;
      Saf, berrak... ilahî bir güzelliği vardır. Koca koca gözleriyle kutsal kitaplarda tasvir edilen hurilere benzer. Öyle güzel, öyle nazlı konuşur ki - her ne kadar bir enstrüman olmasa da - sesi mest eder insanı. Dünyanın en güzel sesli enstrümanı ve tüm notaları onun sesi karşısında kifayetsiz kalır.  
        Cennette var olduğu söylenen Tûba ağacı gibi baş aşağı durmasa da boynu büyüktür,  çoğu zaman yere bakar. " Yere bakan da yürek yakan. " diye severiz onu,  ailece. O da bizi taklit eder aklı sıra " here bakan da here bakan... "
        Koca koca gözleriyle,  tatlı şirin sözleriyle bir meleği andırır, bir bakışla kandırır. Uysaldır ve bir o kadar da duygusal. Hele bir büyüsün, devlet gibi... hükümet gibi bir genç kız olacağından hiç şüphem yok.
         Koca koca gözleri kirpikleri aralar. / nice koçyiğitleri yüreğinden yaralar.

     Demet;
      Şimdilik en küçüğümüz. Şimdilik diyorum, çünkü bu konuda artık babama güvenmiyorum. Ona her güvendiğimde hayal kırıklığına uğradım. Ve hep olan anneme oldu. Babam her seferinde güvenimi boşa çıkardı. Ne zaman babama güvensem, iki yıla kalmadı, ailemize bir yenisi katıldı. Anlaşılan, babam bana hayata dair bir ders... bir mesaj vermeye çalışıyor, ve bu arada annem arada kaynıyor.
        Ben bu mesajları anlayıncaya kadar ikiydik üç olduk,  üçtük dört, dörtten beşe yükseldi sayı, en nihayetinde altıya. Hal böyle olunca gel de güven babama.
        Babama bu hususta ne kadar kızgın olsam da son çıkardığı iş beni ziyadesiyle mutlu etmişti. Nasıl mı? " Henüz on iki yaşındaydım. Ailemizin en esmer tenli çocuğuydum. Ergenlik çağına doğru hızla yaklaşırken bir yandan da aynalardan uzaklaşıyordum. Neden? diyordum kendi kendime... Neden?
        Kardeşlerime bakıyorum; buğday benizlisi, var beyazı var, kumralı var... Neden bir tek ben çikolata? Beynimi kemirip duruyordu bu soru. Kendimden, ailemden, kardeşlerimden şüphe eder hale gelmiştim. Psikolojim alt üst olmuştu. İnsanlardan uzaklaşıyor kimsenin yüzüne bakamıyordum. Kapatmıştım kendimi... içine kapanık bir çocuk olmuştum. Depresyondaydım... buhranda...
         Karanlık, dipsiz bir uçuruma doğru sürükleniyordum. Kendimi " Çirkin ördek yavrusu " gibi hissediyordum. Psikolojim günden güne daha da kötüye gidiyordu, her an bir delilik yapabilirdirim. Taa ki o güne kadar... taa ki; makus talihimin döndüğü, kaderimin değiştiği o güne kadar.
          İşte o gün... o gün benim hayatımın en mutlu günüydü. Kardeşim Demet'in doğduğu gündü. Demet'in doğumu başıma gelen en güzel şeydi, bir güneş gibi doğmuştu hayatıma. Güneş gibi derken en azından benim için öyleydi. Hiç güneş görmemesine rağmen 9 ay boyunca güneşin altında kalmış gibiydi. Çifte kavrulmuş...
           Resmen siyahi bir bebekti,bizim ailenin değil de Cosby ailesinin bir ferdi gibiydi,  onlardan evlatlık alınmış gibi bir hali vardı. Demet'i görünce o güne kadar yaşadığım her şey... tüm sorunlarımı unutmuştum. Onu gördüğüm an, kendimi... kendi rengimi dahi unutmuştum. Moralim yerine gelmişti. Psikolojim düzelmiş, neşelenmiştim. Sevinçliydim... mutluydum... kaybettiğim ümitlerim geri gelmişti, umutluydum...
            

AHH ULAN AHH! ŞİMDİ Kİ AKLIM OLSA...Where stories live. Discover now