MESKENET

72 32 1
                                    

      Dedim ya biz daha küçük birer çocukken öğrenmiştik, tüm farklılıklarımıza rağmen birbirimizi sevmeyi ve birbirimize sarılıp kenetlenmeyi. Tüm farklılıklarımıza rağmen kabullenip bağrımıza basmıştık birbirimizi. Kim bilir?  Belki de hayat başka bir şans bırakmamıştı , bize. Tek şansımız birbirimizdik, belki de. Belki de yaşadıklarımızdı bizi böyle birbirimize bağlayan. Belki de yaşadıklarımız öğretiyor... zorluyordu bizi buna. Belki de yaşamadıklarımız... yaşayamadıklarımız, kim bilir?
        Birlikte üzülüyor, birlikte seviniyorduk. Sevincimiz da hüznümüz de bir. Birlikte ağlıyor, birlikte gülüyorduk. Varlığı da darlığı da birlikte yaşıyor, her türlü zorluğu da birlikte göğüsleyip, birlikte aşıyorduk. Birlikte hayret edip, birlikte şaşıyorduk. Birbirimizi... hayatın yükünü birlikte taşıyorduk. Birlikte yaşıyorduk , yokluğu da çokluğu da... açlığı da tokluğu da...
         Hepimiz bir döşeğe sıralanıp yatıyorduk, balık istifi gibi. Ve aynı sofranın etrafına sıralanıyorduk, yağmur öncesi fırtınada elektrik tellerine sıralanan kırlangıçlar gibi. Bir ekmeği bölüşüyor aynı çorba tepsisine banıyor ve aynı tepsiye kaşık sallıyorduk. Aynı ateşte yanıyor, aynı soğukta donuyorduk.
          Aynı meskenetin cenderesinde ezilip büzülüyor... aynı meskenetin camı çerçevesi olmayan, naylon muşamba gerilmiş penceresinde süzülüp üzülüyor, aynı meskenetin tenceresinde karışıp kavruluyor, piştikçe pişiyorduk. Piştikçe özleşiyor, geleceğe dair sözleşiyorduk. Birbirimize siniyorduk, tadı tuzu oluyorduk birbirimizin, tuzu biberi.
           Aynı meskenetin dondurucu soğuğunda üşüşüyor ve aynı, yanmayan sobanın başına üşüşüyorduk. Aynı meskenetin ocağında... aynı meskenetin soğuk kucağında... birlikte üşüyor,  birlikte ısınıyorduk. Aynı meskenetin teknesinde karılıp, yoğuruluyorduk. Aynı meskenetin zorlu yollarında... yokuşlarında yoruluyorduk. Aynı meskenetin rüzgarında savruluyorduk. Ve aynı meskenetin yatağında yatıyor, aynı meskenetin batağında... birlikte çırpınıyor, birlikte batıyorduk. Aynı gemideydik, aynı yolda yolcuyduk. Yoldaştık... gardaştık... ve garındaş. Aynı meskenetin mengenesinde sıkışıyorduk. Eğilip bükülmemek için birlikte direniyorduk,  olanca gücümüzle.
          Onurumuzla yaşamak istiyorduk ve onurumuzla ayakta kalmak... eğilip bükülmeden, kimsenin elini eteğini öpmeden ve Ademoğluna secde etmeden. Biz biliyorduk ki başka türlü ayakta duramazdık ve başka türlü hayatta kalamayız. Bu hayatta başka türlü tutunamayız, hayata tutunamayız. Birbirimizden başka tutunacak dal bulamayız. Tutunamayanlardan olmamak için, birbirimize tutunmaktan başka çaremiz yok. Tutunmalıyız birbirimize... hem de sımsıkı. Sıkı tutunmazsak... sıkı tutmazsak...

AHH ULAN AHH! ŞİMDİ Kİ AKLIM OLSA...Kde žijí příběhy. Začni objevovat