1./Sarayın Koridorlarında Bir Vampir

22.7K 1.2K 1.1K
                                    

💜

Kırmızı ve siyahın hakim olduğu bu küçük oda her zamankinden daha boğucuydu. Metalik kan kokusu bu küçücük odayı tamamen sarmışken yerde yatan cansız beden bütün geceyi özetler nitelikteydi.

Yerde yatan beden, kraliyet sarayının biricik prensesinin en yakın arkadaşı Park Chaeyoung'a aitti. Soylu bir aileden gelmemiş olsa bile sırf prenses onu çok sevdiği için sarayda kendine bir yer edinmişti.

Herkes ona imrenerek bakardı. Park Chaeyoung güzeldi, becerikliydi, en önemlisi ise prensesin en yakın arkadaşıydı. Erkeklerin onu reddetmesi için hiçbir sebep yoktu.

Başlarda Chaeyoung da kendini şanslı sayıyordu. Saraydaydı, iyi bir işi vardı, sevdiği kadını sürekli görme şansı vardı... Ama öyle bir gece oldu ki Chaeyoung, hayattaki tüm şansını kaybetti.

Tek bir gecede tüm benliği ondan alındı. Artık o eski Chaeyoung değildi.

Chaeyoung, bir gece sarayda prensese yemek götürürken, bir vampirin saldırısına uğradı.

Kana susamış bir vampir değildi. Aksine, kendi soyunu devam ettirmek isteyen bir vampirdi.

Karanlıkta yüzü tam olarak seçilmeyen vampir, beline taktığı kemik saplı hançeri çıkarttı ve kendi eline derin bir çizik attı.

Hâlâ sağlam olan eliyle Chaeyoung'un çenesini tuttu ve elinden düşen kan damlalarını onun dudaklarına damlattı.

Sıcak kan damlalarını yutması için Chaeyoung'un başını geriye doğru çekiştirdi.

Kanın metalik tadı Chaeyoung'un boğazını yakıyordu. Başının döndüğünü hissetti. Hissettiklerine anlam veremiyordu. Korkudan dolayı bayılmak üzere olduğunu düşündü ama değildi.

Dönüşüm çoktan başlamıştı bile...

O geceden sonra her şey kötü oldu.

Chaeyoung'un bu ay içersinde dördüncü intihar denemesiydi.

Vampirlerin ölmediğine bir türlü inanmayan Chaeyoung, bir aydır kendi kendine her türlü acıyı çektirip ölmeyi deniyordu.

Fakat her seferinde aynı başarısızlıkla sonuçlanıyordu.

Yerde yatan beden, kısa süreliğine ölümü tatmış olduğunu düşünsede, tıpkı bir refleks gibi göğsünü hafifçe yukarı kaldırdı. Ruh tekrardan bedenine dönmüştü. Ait olduğu ve asla bırakmayacağı yere, kendi kürkçü dükkanına.

Ciğerlerine dolan oksijen bir anlığına ciğerlerini yaktı ve acıdan dolayı gözleri kocaman açıldı.

Nefes alışverişleri hızlanırken, ter damlaları alnından aşağı hücum ediyordu.

Yutkunup kurumuş boğazını ıslattı. Kendini sakinleştirmek için elini tam kalbinin üstüne koydu.

"Yine başarısız..." diye geçirdi içinden.

Duvara yaslandı ve bacaklarını kendine çekip oturdu. Yere saçılmış kanına baktı. Bu sefer öleceğine emindi çünkü terzinin kumaş kestiği makasla her yerine çizikler atmıştı. Bu kadar kana rağmen kan kaybından ölmemişti. Sanki tüm vücudu kanı tekrar üretmişti.

Güçlükle ayağa kalkıp eline bir bez aldı ve yerdeki kanları temizlemeye koyuldu. Biri bunları görürse sarayda olay çıkarırdı ve bu Chaeyoung'un en son istediği şeydi.

***

Bir kış sabahında nadir görülen güneş açmıştı. Üç gündür güneş yüzü görmeyen saray, güneşin bulutların arasından çıkmasını kutlarcasına erkenden kalkmış, bahçede eğlence düzenlemişlerdi.

Bu Chaeyoung için iyi değildi. Güneş onun vücudunda yaralara sebep oluyordu. Güneşe çıkmamak için bahaneler düşünürken korsesini zorlaya zorlaya takmayı da ihmal etmiyordu.

"Kahretsin! Zaten belim yeterince ince, neden bu daracık şeyi giymek zorundayım?"

Hayıflanırken arkasındaki baş nedime Jisoo kıkırdadı.

"Kim sana zayıf ol dedi ki?"

Chaeyoung iç çekti. Şişmanlaması için en az beş insan kanı içmesi gerekirdi. Bunu asla istemiyordu...

"Lisa orada olacak mı?" Aynadan Jisoo'nun yüzüne kaçamak bir bakış attığında Jisoo'nun kaşlarını çattığını gördü.

"Anlamıyorum, majesteleri demek bu kadar zor olamaz..."

Chaeyoung gözlerini devirdi. Koyu kahverengi saçlarını taramaya başladı.
Saç telleri sürekli tarağa takılıyor ve ona zorluk çıkarıyordu. Kendi kanı dün gece saçlarına bulaşmıştı ve bu saçlarına hiç iyi gelmemişti.

"Saçlarının nesi var böyle? Koyun tüyü resmen!" Jisoo iğrenerek söylediğinde Chaeyoung güldü.

"Uzun süre taramadığım için böyle..."

"Her neyse, işin bittiğinde aşağıda ol."

"Ş-şemsiye alır mısın benim için?"

Jisoo'ya güneşe çıktığında onu çarptığına dair yalanlar uydurmuştu. Bu konu hakkında o kadar çok yalan söylemişti ki artık kendisi bile hatırlamıyordu Jisoo'nun hangi yalanına inandığını.

Jisoo, şefkatli bir gülümseme ile karşılık verdi. "Elbette" deyip kapıdan dışarı çıktı.

Chaeyoung sonunda korseyi doğru düzgün giyebildiğinde elini elbisesine uzattı. Nedimelerin giydiği sarı kıyafet başlarda onu tiksindirmiş olsa bile şuanlık rahatsız olmuyordu. Alışmıştı. Prensesin sarı saçlarını anımsatıyordu ona...

Korse belinde olsa da hâlâ çıplaktı ve kıyafeti süzüyordu. Aniden gelen kapı gıcırtısıyla adeta yerinden sıçramıştı.

Günün en önemli insanı, hatta ona en güzel insanı, kapının önünde durmuş ona bakıyordu.

Omuzlarına düşen dalgalı sarı saçları, pudralı yüzü, kiraz rengi dudakları ve aşırı abartılı, kabarık elbisesiyle birlikte prenses Lalisa tam karşısında duruyordu.

Çıplak olduğu aklına gelince elbisesini önüne siper etti ve çığlık attı;

"Kaç kere söyleyeceğim şu kapıyı çal diye!"

Sarışın olan omuz silkti. "Çaldım zaten."

Rose derin bir nefes aldı. "Hayallerinde mi çaldın? Ben duymadım çünkü."

"Hayallerimde ikimiz kapı çalmaktan fazlasını yapıyoruz. Özellikle aynadan şu halini gördükten sonra..."

Chaeyoung kendine lanet etti. Arkada bir ayna olduğunu unutmuştu.

"Lütfen dışarı çıkın majesteleri. Giyinip yanınıza geleceğim."

Chaeyoung sanki dertlerini duvara anlatmıştı. Lisa, onu hiç dinlemeden kapıyı kapatmış ve onun karşısında dikilmişti.

Kollarını birbirine bağlayıp klasik şımarık bakışını ona atmıştı.

"Tamam, haydi giyin!"

Prensesin gözleri hâlâ Chaeyoung'un üstündeydi.

Chaeyoung bu dik bakışlardan hoşlanmamıştı ve başını önüne eğmişti.

"Eğer izin verirseniz giyineceğim.."

Prenses omuz silkti.

"Bekliyorum."

"Eğer çıkarsanız—"

Prensesin otoriter sesi odayı doldurdu:

"Önümde giyinmeni emrediyorum,Chaeyoung!"

My All | Chaelisa Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin