2. Bölüm

4.1K 192 57
                                    

Nemden ağırlaşmış göz kapaklarımı ovuşturarak uzandığım yerden doğruldum. Garipti, sanki yatağım biraz, soğuktu? Yorganıma uzanmaya çalıştım fakat karanlıktan hiçbir şey görünmüyordu. Bir terslik vardı fakat ne olduğunu anlayabilecek kadar ayılmamıştım. Tekrar olduğum yere uzandım ve o an bir şey farkettim. Toprağın üzerindeyim!

Hemen ayağa kalktım ve uyku sersemi bir şekilde mantıklı senaryolar kurmaya çalıştım. Kurabildiğim en mantıklı senaryo ise kaçırılmış olduğumdu. Etrafı sadece parlak dolunay aydınlatıyor, orman olduğunu anlamamın zaman aldığı yolda ilerlerken tökezlememe sebep oluyordu. Kim, nasıl, neden beni kaçırmış olsun ki? Hatırladığım en son şey yatakta ağlayarak uyumaya çalıştığımdı ve gözlerimin hala ıslak olması bunu doğruluyordu. Fakat, kaçırıldıysam, neden tek başımayım? Aklıma bir anda yüzlerce senaryo akın etmeye başladı ve en kötüsü ise tecavüze uğramış olmam hakkındakiydi. Bu düşünce bir an kanımın donmasına sebep oldu fakat bunu doğrulayan hiç bir iz yoktu üzerimde. Sanki biri beni yatağımdan öylece alıp, ormana bırakıp gitmişti.

Büyük bir telaşla ormanın içinde koşmaya başladım. Kafamın dalgınlığı mantıklı düşünmeme engel oluyor, gittikçe daha çok korkmama sebep oluyordu. Kısa süren bir koşunun ardından, küçük bir kasabanın ışıklarını görmemle kalbimde fevkalade bir rahatlama oluştu ve bana en yakındaki ışıkları yanan eve doğru yürümeye başladım. Pijamalarım beni soğuktan koruyamıyor, tüylerimin diken diken olmasını sağlıyordu. Vücudumun her zerresinin titrediğini hissediyordum. Evin kapısının önüne geldiğimde bana tanıdık gelen bir şeyler vardı. Fakat soğuk, hafızamı yoklamama bile izin vermiyordu. Titreyen ellerimle kapıyı çaldım ve aceleyle tekrar cebime soktum. İçeriden bir sürü ses geliyordu. Fakat şuan, anksiyetemi bile takacak durumda değildim. Kapının ardından gelen birkaç patırtının ardından kapı açıldı. Kapıyı açan kişiyi görmemle, gözlerimin kararması bir oldu.

Gözlerimin yavaş yavaş açılmasını izliyordum. Artık benden kontrolsüz hareket ediyorlardı. Etrafımda bulanık sesler duyuyordum. Sesler gittikçe netleşiyor, gözlerim de iyice açılıyordu. Birkaç kırpıştırmanın ardından, etrafımdaki sıcaklığı hissedebiliyordum. Bana bakan bir sürü yüz vardı. Gözlerimi yavaşça her birinin yüzünde gezdirirken, bir suratı görmemle her şey kafama dank etti. Bilbo Baggins?!

Bu ismi duyunca, cüce olduklarını fark ettiğim kişiler bana tuhaf bir şekilde bakmaya başladı. Ve tanıdık bir yüz daha gördüm. "İyi misiniz genç hanım?" Gandalf.

Şaşkınlığımı haykırarak sordum "Nasıl olur! Siz.. Orta Dünya? Bu bir rüya olmalı. En son buraya gelme hayaliyle uyuya kaldığım için böyle bir rüya görüyor olmalıyım." Gandalf bir şeyleri çözmeye çalışırcasına yüzüme baktı. "Rüyada iken rüyada olduğumuzu bilemeyiz." Biliyorum...

"Adınız nedir?" "Beyza." Gandalf düşünceli bir şekilde sakalını okşadı. "İnsan olduğu kesin. Fakat yabancı bir isim taşıyor. Nerelisiniz genç bayan?" Türkiye dersem anlayacaklarını sanmıyorum. Buraya gelmem imkansız! Burası Orta Dünya. Peki ya acaba... Acaba, çok isteyince imkansız başarılabilir mi? Belki de...

Cevap vermememin üzerine Gandalf devam etti. "Pek gençsiniz. Kaç yaşındasınız?" "On yedi." Bilbo ve cücelerin yüzleri bendeydi. Biri dışında, kitapta da olduğu gibi gözünü yemekten ayırmayan Bombur...

"On yedi ha!" Diye çıkıştı Cücelerden biri. "Bu çocuğu evine götürmeliyiz. Kaçmış olmalı." Gandalf kafasını olumsuz anlamda salladı. "On yedi yaşındaki birinin evden bir şey almayı akıl etmeden kaçacağını sanmam Kili. Başka bir şey olmalı." Tahmin ettiğim şeyi anlatırsam ne olabilirdi? Rüya ise zaten bitecek. Peki ya gerçekse?

"Aslında ben.." Yine tüm suratlar üzerimdeydi. "Maceraya atılma kararımın neticesinde buradayım." Herkes şaşkınlıkla birbirine baktı. "Bakın hanımefendi, buna ayıracak vaktimiz yok." dedi içlerinden biri. Ve birbirleri ile konuşmaları devam etti. "Sessizlik!" diye bağırdı Gandalf. "Belki de onu aramıza katmalıyız." Bu cümle kalbimin hızlanmasına sebep oldu. Eğer bir şekilde bu dünyaya geldiysem, bu maceraya katılmalıydım öyle değil mi? Yani, bu benim hayalim, böyle olmalı...

"Gandalf sen ne dediğinin farkında mısın? Daha Hobbit'i ikna etmemişken gruba on yedi yaşındaki bir çocuğu mu almayı düşünüyorsun!" "Aslında bakarsan Fili" dedi Gandalf, gözleri üzerimdeyken "kehanette grubumuzun sayı sınırlaması yok." Gözlerini Hobbit' e çevirdi, "Ayrıca Bilbo Baggins kabul etmiş görünüyor." Bilbo mızmızlanarak sandalyeye oturdu. "Bakın şuan evimde olanlara zaten bir anlam veremiyorum! Bu çok saçma!" Gandalf, Bilbo'nun söylediklerine şaşırmamış gibiydi. "İyice dinlenin, şafakta yola çıkıyoruz. Siz de genç bayan, gruba hoş geldiniz."

Sevincimi gizlemeye çalıştım. Ya yatağımda üzüntüden ölüp buraya gelmiştim ya da bu gerçekti. Yinede şuan çok mutluyum. "Teşekkürler Gandalf." Gandalf gülümsedi. "Bakalım bizi neler bekliyor.."
**

Sabah uyandığımda sanki her şey rüyaymış gibiydi. Eğer öyleyse çok üzülürdüm. Gözümü açıp her şeyin bir rüya olduğunu görmekten korkuyordum.
Cesaretimi topladım ve bir an gözümü açtım. O an, o an benim için dünyanın en mutlu anıydı. Cüceler hazırlıklarını yapıyor, Gandalf elindeki haritayı inceliyordu. Yorganı üzerimden atıp ayağa kalktım. "Günaydın genç bayan" Gülümsedim. "Bence yola çıkmadan önce üzerine kalın bir şeyler almalısın. "Hey, Kili! Bu genç bayana zırh ver." Kili başını olumlu anlamda salladı. Gözlerim, uyuduğunu tahmin ettiğim Bilbo Baggins'i aradı. Acaba onunla iletişimimiz nasıl olacaktı. Sonuçta artık o gerçekti.

"Hadi bakalım! Atlara! Köylü halkın dikkatini çekmeden tüyelim buradan!" Cüceler bir bir bu Hobbit deliğinden çıkmaya başladı. Ben de o sırada Kili'nin verdiği, son derece ağır ve nasıl giyildiğini bilmediğim zırhlara bakıyordum. Altımdaki pijamalarla çok uyumlu olacağını tahmin edebiliyordum (!). Zırhları kabaca giyindikten sonra Gandalf'ın arkasındaki ata bindim. "Peki ya Bilbo Baggins?" Diye sordum Gandalf'a. Bana döndü. "Bence cevabını biliyorsun."

Elf KralHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin