29. Bölüm

1.1K 81 29
                                    

"Sanırım iyileştim." dedim uzun süre baktığım gözlerden utançla ayrılarak. "Bu kadar mı?" dedi Thranduil, düşünceli bir şekilde. "Bu büyünün amacı nedir?" Başımı iki yana salladım. "Bilemiyorum. Belki de büyü-" "Büyü olduğuna eminim." dedi söyleyeceklerimi tahmin ederek. "Emin değilim." dedim. "Hafızam resmen silinmiş gibi. Belki de zehirli bir şeyler yemişimdir." Thranduil düşünceli gözlerine şaşkınlık katarak bana döndü. "Bunu cidden yapar mısın?" Omuz silktim. "Yani siz insanlar sinirlendiğinizde bulduğunuz her şeyi yiyor musunuz?" Bu konunun buraya gelmesi...

"Öncelikle bu bir varsayım." dedim, ışıltılı suya biraz daha girerek. "Ve hayır, aslında yemek konusunda seçiciyimdir." "Peki ya sinirlendiğinde?" Biraz daha kalacağımızı hissettiğinde pelerininin üzerine oturdu ve devam etti: "Sinirlendiğinde ne yaparsın?" "Kime sinirlendiğime bağlı." dedim, hafif gülerek. "Düşmanıma sinirlenirsem öldürürüm." Tek kaşını kaldırdı. "Sevdiğin birine sinirlenirsen?" İşte bunun cevabı maalesef hafızamdan silindi. "Bence artık geri dönmeliyiz." dedim, suda çıkmak için hamle yaparak. Fakat omzumda hissettiğim el, beni suyun içine geri soktu. "Bu olanların cevabını bulmadan olmaz. Şimdi sorumu tekrar düşün ve cevap ver."

Bu kararlılık beni biraz korkutmuştu.

"Bilmiyorum. Gerçekten." Thranduil iç çekti. "Suya giriyorsun ve iyileşiyorsun. Fakat buraya kadar bir şeyler gerçekleşmeliydi. Bu büyü böyledir. Amacını gerçekleştirmeli. Fakat hiçbir şey olmadı." "Olmadığını nereden bileceğiz?" dedim. "Belki de olmuştur." Thranduil başını iki yana salladı. Elf olmanın getirdiği uzun ömründe tecrübelerini hatırladı. Yanılabileceği kaygısı kaşlarının çatılmasına sebep oldu. Bu tahminlerim doğrultusunda konuştum: "Ne olduğunu görememiş olman yanıldığın anlamına gelmiyor." Thranduil yüzünü dönmeden başını salladı. "Her neyse."

Onun ayağa kalkmasıyla ben de ışıltısı tuhaf bir şekilde artan soğuk sudan çıktım ve titreyerek geyiğe doğru yürüdüm. Thranduil, geride durarak binmemi bekledi ve benden sonra bir hamlede geyiğe atlamayı başardı. Yavaş ve sessiz olan bu yolculuk her dakika utangaçlığımın artmasına sebep oluyordu. Bunu atlatmak için, her seferinde ihtişamına hayran kaldığım ağaçlara bakınmaya başladım. Fazlasıyla kalın, uzun ve sessizdiler. Burada yaşanan her şeyi sessizce izliyor, bütün sırları derin çizgilerine saklıyorlardı. Gözüm bir ağaçtan diğerine atlarken, her seferinde görmekten tedirgin olduğum yeşil ışığı tekrar görmemle bağırdım: "Bekle!" Thranduil durdu. "Bu o ışık!" dedim, ağaçların arasını göstererek. Thranduil, gözlerini kısmış, işaret ettiğim yere bakıyordu.

"Ben bir şey göremiyorum." Kafamı çevirip tekrar baktığımda, gerçekten de bir şey görünmüyordu. "Ama... Az önce gördüm. Yemin ederim." Thranduil ifadesiz bir suratla gösterdiğim tarafa yöneldi. "Hayır, bekle." dedim. Aklıma gelen kabusların  gerçekleşmesinden korkarak. "Sen burada bekle. Ben gidip bir bakacağım." Geyikten inmeye yeltenip tam atlayacağım sırada Thranduil, beni tuttu ve hiçbir şey demeden geri oturttu. Geyiği sürmeye devam etti, ta ki görüşümüzde karanlıktan başka bir şey kalmayana dek.

Yanılmış olmaktan o kadar korkuyorum ki...

Ormanın ortasında, birbirimizin yüzünü dahi göremediğimiz bu yerde sessizce bekliyorduk. Fakat bu sessizlik, ormanın derinliklerinden gelen ürkütücü seslerle son buldu. Göremesem de, kılıcını kavradığını hissettiğim Thranduil, aynı zamanda beni tuttuğu elini de sıkılaştırmıştı. Benim yanımda ise ne bir hançer vardı ne de uzun bir kılıç. Bunun pişmanlığını hissetmek içinse artık çok geçti. Sesler gittikçe artıyor, kalp atışım ise Thranduil'e bir şey olacak korkusuyla patlıyordu. Bir şeyler yapmalıydım. Hem de hemen.

Gözlerimi kapattım. Kalbimin sesini duymamaya çalıştım. Odaklan. Odaklan. Gözlerimi açtığımda daha önce hiç görmediğim bir yaratık tam da Thranduil'e doğru atlıyordu. Silahım olmasa da, son anda yaratığa doğru atıldım ve onunla beraber yere düştüm. Fakat bu yaratık, kalktığı gibi tekrar Thranduil'e atıldı. Beni görmemiş ya da görmemezlikten gelmişti. Thranduil onu gördü ve kılıcıyla hayatına son vermeyi başardı. O da görüş kazanmıştı ve kendine atılan yaratıkları teker teker indiriyordu. Bu sırada hiçbir yaratık ne bana saldırıyor ne de çarpıyordu. Tek dertleri Thranduil gibi görünüyordu.

"Thranduil!" diye bağırdım. "Bana saldırmıyorlar! Buradan gitmelisin! Git hemen!" Thranduil ifadesiz suratıyla yaratıkları doğramaya devam ediyordu. "Bin!" diye bağırdı. "Buradan gidiyoruz!" Yeşil ışıkları takip etmeliyim. Fakat Thranduil şu anda buna müsaade edecek gibi görünmüyor. Şimdilik onunla geri dönüp, sonra kimsenin görmediği bir vakitte geri gelmeliyim. Geyiğe atladım. Bindiğim gibi harekete geçen geyik sayesinde Thranduil'e doğru savruldum. O yaratıkları kesmek ve geyiği sürmekle meşgulken, basınç sayesinde ona sarılıyordum. Hayatımın en güzel anını yaşıyorum. Etrafa saçılan kanlar umrumda bile değil.

Hızla uzaklaşan geyik sayesinde, yaratıklar arkada kalmıştı fakat Thranduil biraz olsun kılıcını elinden bırakmadı. Tüm heyecan sona erdiğinde, tuhaf bir durumda kalmış olduğumu fark edip hemen kendimi düzelttim. "Sence bunun anlamı ne?" diye sordum. "Buraya bir daha girilmemesi gerektiği." "Ama bana-" "Belki de dünyanın en asil yaratıklarıdır ve elinde silah olmayan bir insanoğluna saldırmanın adil olmadığını düşünmüşlerdir." Dalga geçiyordu. Üzüntümün ve kalp kırıklığımın sonucunda kısık bir sesle konuştum: "Bana inandığını sanıyordum."

Sessizlik.

Belki de bu üzüntüm bana avcı olma nedenimin üstünde iyi davrandığını sanmamla alakalıydı. Yanılıyordum. Ben sadece avcıydım. Başka bir şey değil.

Çadırlara yaklaştığımızda, halkın meraklı gözleri Thranduil'in üzerindeydi. Ne olduğunu merak ediyor, birbirlerine soru soruyor, tahminlerde bulunuyorlardı. Biraz daha ileride görünen Daffodil, "Beyza!" diye bağırınca, Thranduil durdu ve inmemi bekledi. Sert bir şekilde indim ve Daffodil'e sarıldım. "İyisin!" dedi. Gülümsedim. İyi miyim gerçekten? Peki sol tarafımda parçalan şey, o da iyi mi?

Daffodil beni çadırıma götürdü. Ardından başka bir elfin seslenişiyle çadırdan çıktı ve birkaç dakika sonra geri geldi. Yüzünde gülümseme vardı. "Kralımız bu gece buranın korunacağını söyledi. Rahat rahat uyuyabilirsin." Daffodil'e yalan söylemek istemiyordum. Fakat bana engel olabilirdi. Bu yüzden korumalara karşı çıkamadım ve minnetle başımı salladım. Artık bu işi kendi başıma halledecektim.

Diğer bölümü de bugün düzeltip atacağım. Bu arada romantizm yazma özürlüsü olduğumu fark ettim. Bu bölüm çok zordu benim için :d neyse enjoy it. (Yazım yanlışlarını unutmayın)

Elf KralWhere stories live. Discover now