28. Bölüm

1.2K 89 75
                                    

"Güneş battı." dedi Daffodil. "Peki çadırlar? Her şey hazır mı?" "Çadırlar çoktan hazırlar." Başımı salladım. "Yani erken başladıkları için." Güldüm. Irkının en mütevazi örneği olan Daffodil, gerçekten de becerikli olan elfleri övdüğünü düşündüğü için kızarmıştı. "Elflerin en becerikli ırklardan biri olduğunu herkes bilir, Daffodil." Gülümsedim ve devam ettim: "Düşünsene, ölmüyorsunuz..." Dedim. Gülüştük.

"Bu pek de iyi bir şey değil." Gözünü aya dikmişti. Yüzünde ayın hüzünlü ışığı parlıyordu. "Ne demek istiyorsun?" Daffodil iç çekti. " Ölmeme şansın varken, ölebiliyorsun. Ya da sevdiğin biri sonsuza kadar yaşayacakken, onu kaybediyorsun. Bu acının bir tarifi yok." Mantıklıydı. Biz insanlar tabii ki sevdiğimiz birilerinin ölümüne üzülürüz. Fakat biliriz ki zaten eninde sonunda öleceğiz. Sadece biraz daha erken ölmek, kalbimizde kapanmayan yaralar bırakmaz. Fakat bir elf düşünüce...

Daffodil'in omzuna dokundum. "Umarım sevdiğin birini kaybetmemişsindir." "Sevmem gereken kişileri hiç görmedim. Ben küçükken ölmüşler. Oysa onları sonsuza dek sevebilirdim..." Kalbim acıyordu. Daffodil gibi temiz kalpli ve sevgi dolu birinin anne-baba sevgisini hiç tatmamış olması haksızlıktı. "Ve şimdi de sen varsın." dedi, büyük bir hüzünle gözlerime bakarak. "Sen de bir ölümlüsün." Gözlerinden akan yaşlar, beni ne kadar sevdiğini anlamamı sağladı. Ona sımsıkı sarıldım ve konuştum. "Merak etme. Senin için yaşarım, Daffodil." Daffodil başını iki yana salladı. "Ama bu nasıl olur? Sen-" "Bugüne kadar birçok şeye şaşırdık, Daffodil. O yüzden inanmaya devam et." Kısa bir bakışmadan sonra ikimiz de utanarak elflerin kısa süreli yerleşkesine odaklandık.

"Şimdi gidiyor muyuz?" "Tam sırası." dedim ve Throin'in bizi görmediğinden emin olduğum bir zamanda duvardan salınan halat ile yere indim. Ardımdan gelen Daffodil ile tedbirli adımlarla elflerin yerine vardık. "Pekala. Şimdi en ihtişamlı çadırı bulmalıyız." Daffodil yeterince süslü bir çadırı işaret etti. "Burası aradığımız ihtişam seviyesine yakın mı?" "Kesinlikle." dedim. Fakat ayaklarım beni oraya götürmek istemiyordu. Her saniye artan heyecanım, beni titremeye zorluyordu. "Bekle!" dedim. Tam olarak çadırın önüne gelmiştik. "Ya müsait değilse?" Daffodil çadır kapısına yaklaştı ve içeriyi dinledi. "Konuşmalar duyuyorum. Bu müsait olduğu anlamına geliyor. Haydi!"

Kolumdan tutup beni çadıra soktuğunda, yüzümde sabitlenen iki çift göz ile kızaran yanaklarımı saklamak için başımı yere eğdim. "Kralım!" dedi Daffodil, saygıyla reverans yaparak. Ben ise sadece titriyordum. Uzun süre sonra karşımdaydı ve şimdi ona bir anlaşma sunacaktım. Fakat şimdi utanmanın sırası değil. Peki bu utanmama engel mi? Hayır.

Bir sürelik sessizlikten sonra Bard, konuştu: "Demek gelebildin, Beyza. Senin için endişeleniyordum. Halkım konusunda da teşekkürler." Gülümsedim. Devam etti. "Ejderhayı yenmişsiniz. Fakat onu gören olmamış. Herkes sadece dağdan gittiğini işitmiş. Yoksa onu öldürdünüz mü?" "Hayır." dedim. "Ona altından daha değerli şeylerin olduğunu hatırlattık." Bu cümleyi biraz bastırarak söylememde fayda vardı. Ben de öyle yaptım. "Veya büyük egosu Sauron'a köle olmayı reddetti." Bard başını salladı. "Bu çok iyi." "Hayır değil." dedi, sonunda konuşmamızdan sıkılan Thranduil. "Cüce Thorin, söz verdiği mücevherleri vermeyi reddediyor. Bu bizi büyük bir savaşa sürükleyebilir." "Haklısınız." dedim. "Ve bu savaş iyilerin muzafferliğiyle sonlanmayacaktır." Thranduil güldü. "İyiler kimin umurunda? Ben payımı alıp çekileceğim."

Daffodil ile birbirimize baktık. Kalbim bu sefer hızını azaltmıştı. Hatta öyle azaltmıştı ki, attığını hissedemez olmuştum. "Fakat bu herkes için-" "Herkes benim umurumda değil." dedi. Sesi o kadar soğuktu ki, bir an her şeyi bırakıp ağlamak istiyordum. Fakat onun önünde ağlayamazdım. Hatta şuan ona fevkalade sinirliydim. Onun umurunda olmasa bile...

Elf KralDove le storie prendono vita. Scoprilo ora