4.Bölüm

961 123 78
                                    

27 Nisan 1972

İçimde tuttuğum çok şey var. Bunlar beni artık boğmaya başladı. Çektiğim acılar ve bir süre önce keşfettiğim yanımı düşünmek, nefesimi öyle daraltıyor ki, sanki ayağıma taş bağlayıp, beni suya atmışlar gibi hissediyorum. Nefessiz kalıyorum. Uyurken bile huzurlu değilim. Babam rüyalarımda altın kaplama tabancasının namlusunu şakağıma dayıyor ve benim, ailemiz için bir leke olduğumu söyleyerek tetiğe basıyor. Sol şakağımdan giren, üzerinde babamın adı işlenmiş olan kurşunun, sağ şakağımdan çıktığını görüyorum. Kanlar oluk oluk yanaklarıma ve boynuma akarken tek gördüğüm babamın ifadesiz bakışları ve terden sırılsıklam olmuş yüzü oluyor. Bedenim yere düşerken ölümün soğukluğu sarıyor dört bir yanımı... Babamın aksine, ölüm sımsıkı sarılıyor bana. Her yer karanlığa bürünürken uyanıyorum. Yine kan ter içindeyim. Nefessiz kalmışım. Her gün aynı kâbusu görmek ve sanki gerçekten yaşıyormuşçasına şakağımda acısını hissetmek beni mahvediyor. Her gün yavaş yavaş çöküyorum. Öyle ki aynada kendi çöküşümü görmemek için babama gidip, her şeyi anlatasım geliyor. En azından ölürüm ve tüm korkularımdan kurtulurum diyorum. Ama cesaret edemiyorum yine. Chung Hee abi sessizleştiğimi ve içime kapandığımı söylüyor. Biliyorum ama elimden bir şey gelmiyor. Ben bu şekilde yaşamaya mahkumum sanırım. Ah, bu arada Chung Hee abi nişanlandı, 2 hafta önce. Onun adına seviniyorum. Nişanlısı mükemmel bir kadın... Kadın... Keşke ben de Chung Hee abi gibi, bir kadına aşık olabilseydim. Zaten zor olan hayatım daha da zorlaşmamış, hayatımın düzeleceği ile ilgili yüreğimin bir köşesinde hep var olan umudum kibrit alevi gibi günden güne azalarak sönmemiş olurdu. Babası tarafından ne giyeceği, ne yiyeceği, ne tür müzikler dinleyeceği, ne zaman güleceği, ne zaman ağlayacağı, hatta matematikten tam olarak kaç alacağı belirlenen bir genç olarak bile geleceğe dair umudu olan ben, kendi cinsine ilgi duyan bir genç olduğumu fark edip tüm umutlarımı öldürdüm. Babamın her dediğini yaparken bile asla istediği gibi bir evlat olamadığımı söyleyen babam, bir erkeğe cinsel çekim duyduğumu öğrenince ne yapar acaba? Aslında cevabı hayat, her gece gördüğüm kabuslarda veriyor bana...

Kyungsoo' nun yaptığı yemeği yedikten sonra odasına çıkan Luhan, kaldığı yerden günlüğü okumaya devam ederken, okuduğu son sayfa ile kendini daha fazla tutamayarak ağlamaya başlamıştı. Cinsel yönelim, seçilebilen bir şey değildi ama şu an bile bunu anlamakta zorlanan insanlar vardı. Bu yüzden Bay Oh' un tepkisi olağandışı değildi. Günlüğü kapatmadan bağrına bastı ve sessiz hıçkırıklarının, ölen bu genç adam için odasında yankılanmasına izin verdi.

"K-keşke bu acı sondan kurtulabilseydin... Keşke h-hayatını daha iyi hale getirebilecek cesaretin ve yaşama sevincin olsaydı... Senin adına çok üzgünüm Oh S-Sehun. Çok üzgünüm."

Yaşlar yanaklarından süzülürken, kendini sakinleştirmek adına günlüğü yatağa bırakıp, komodinin üzerindeki bardaktan su içti ve derin nefesler aldı. Bardağı geri yerine koyarken, gözü saate takılmıştı Luhan' ın. Günlüğe öyle dalmış olmalıydı ki saat gece 3' ü gösteriyordu. Üstelik üzerini bile değiştirmemişti. Sabah dışarı çıktığı siyah dar kot pantolonu, beyaz tişörtü ve ince kot ceketi ile duruyordu. Telefonunu bile cebinden çıkarıp bakmamıştı. Günlüğe baktığında son birkaç sayfa kaldığını gördü. Şimdi üzerini değiştirip, yatıp uyuyabilirdi ya da her şeyi boş verip, günlüğün son sayfalarını da okuyabilirdi. İkinci seçenek daha cazipti çünkü zaten yatsa da meraktan uyuyamayacaktı. Her şeyi boş verip günlüğü tekrar eline aldı ve sayfasını çevirdi.

3 Mayıs 1972

Sonunda yaptım. Babama kadınlara değil, erkeklere ilgi duyduğumu söyledim. Ama büyükçe bir kahkaha atıp, ona asilik yapmak için böyle işlere kalkıştığımı söyledi. Beni çok sıktığı için tepkimi böyle gösteriyormuşum. Onun oğlu aşağılık bir ibne olamazmış. Sonra tokat attı işte... Ama dikkat edilmesi gereken şey bu değil, yazdığım şeye bakın... Beni ne kadar sıktığını kendi de biliyor ve bunu kabul ediyor. Buna rağmen beni anlamak yerine daha çok üstüme geliyor. Ve şu ibne meselesi... Bana ' benim oğlum aşağılık bir ibne olamaz' dedikten sonra, yüzümdeki ciddiyeti görünce, okkalı bir tokat attı. Sonra ise arka arkaya tokatları sıralarken benden iğrendiğini, yüz karası olduğumu ve Tanrı' nın onu cezalandırmak için oğul diye gönderdiği berbat bir mahluk olduğumu söyledi. Sanki herkes çok mükemmelmiş gibi beni böyle damgalaması çok ağırıma gitti doğrusu. Ben adam öldürmedim, hırsızlık yapmadım, kimsenin namusuna göz dikmedim, kimsenin hakkını gasp etmedim. Ama benden utandığını söyledi babam. Bu dünyada yerim bile olmamalıymış. Benim yerim cehennemin yedi kat dibiymiş. Bunları söyleyip çekip gitti evden. O gidince annem geldi yanıma elinde buz torbasıyla. Zavallı anneciğim, ağlayarak yüzüme bastı torbaları. Akşama kadar odamda ne yapacağımı düşünürken babamın söyledikleri döndü kafamda... Gerçekten bu dünyada yerim yok muydu benim? Babamın uygun görmediği biri oldum diye cehenneme mi gitmeliydim? Başımı kaldırdım ve tavandaki avizenin yanında duran yuvarlak tokaya baktım. Beni taşır mıydı acaba? Ama sonra başımı iki yana salladım. Böyle bir şeyi düşünmem bile yanlıştı. Ne olursa olsun beni seven bir annem vardı benim. Hem belki babam da sakinleşir ve beni anlamaya çalışırdı. Anlamaya çalışmasa bile hiçbir şey olmamış gibi davranıp, yine hayatımı yönetmeye devam ederdi. Kafamdan aptalca düşünceleri silmeye çalışarak, akşam yemeğini saatini bekledim. Nihayet babam eve geldi ve sofraya geçtik. Babam yüzüme bile bakmıyordu. Her zamanki gibi sessizce yemeğimizi yedik. Gerçi benim boğazımdan geçmiyordu ama neyse... Babam yemeğini bitirip, ayağa kalktı ve duvara bakarak sert sesiyle kendi gibi aristokrat olan Bay Kang' ın kızı ile en kısa zamanda evleneceğimi söyledi. Anında itiraz ettim tabii. Tartışmaya başladık. Ona ısrarla istemediğimi söyledim. Babam da kolumdan tutup beni çalışma odasına soktu ve bu sefer duvara yaslayıp, boğazımı sıktı. Öz babam tarafından öldürüleceğimi sandım o an ama aniden beni bıraktı ve kesin bir dille o kızla evleneceğimi söyledi. Ben de ne olursa olsun kesin bir dille reddettim. Hadi kendimi geçtim, masum bir genç kızın hayatını mahvetmeye hakları yoktu. Zavallı kız her gün yatağını asla ısıtmayacak bir adamı bekleyecek ve ömrünü bakire olarak gözyaşları içinde geçirecekti. Çünkü ona el sürmezdim. Bu yüzden ayağa kalkıp bu evliliği istemediğimi babamın gözlerine bakarak söyledim. Babam gayet sakin bir şekilde kapıyı açıp çıkarken tek cümle kurdu. 'Eğer benim kurallarıma uymayacaksan, benim istediğim gibi biri olmayacaksan, yaşamana gerek yok. Geberebilirsin.'

WinterWhere stories live. Discover now