başından beri sendin hyung, tüm bu şarkılar senin içindi

2K 171 87
                                    

Come on, baby, play me like a love song
Every time it comes on
I get this sweet desire
I bloom just for you
Just for you
——

Derler ki, aşk kendinden vazgeçmektir. Ve yine derler ki,aşk acı kadar güzelliği de getirir. Bu zamana kadar okuduğu her kitapta farklı tanımlamışlardı aşkı ve getirdiği her bir hissi. Ancak hiçkimse ama hiçkimse bu hissin kalbinizi patlatmak istercesine güçlü olduğundan bahsetmemişti.

Junmyeon belki bininci kez kendi kendisine gülümserken dudaklarını birbirine bastırdı. Güneş daha yeni doğuyordu, hiç uyumamış bütün gece Yixing'i izlemiş durmuştu. Bu odada olduğu öğrenilse kıyamet kopardı ancak öyle ya aklı başından gitmiş olmalıydı. Çünkü hak vermek gerekirdi ki Yixing huzurla önünde uyurken onu izlemek uyumaktan daha cazipti.

Parmak uçlarıyla nazikçe surat hatlarını sevdi, parmakları dudaklarında alnında ve şimdi gözükmeyen gamzelerinin olduğu yerlerde gezdi. Parmak uçları bile tanımak istiyordu onu, sanki yeterince tanımamış gibi. Ona dokunmak bir tabloya dokunmak gibiydi, ona dokunmak ilkbaharda ilk meyvelerini verecek genç ağaçları sevmek gibiydi. Zhang Yixing Kim Junmyeon için başlangıç ve güzelliği temsil ediyordu.

"Nasıl bir adama çevirdin beni?" diye sordu, cevap alamayacağını bile bile. Yixing kollarını daha sıkı sardı Junmyeon'a. Sanki uykusunda bile söylediklerini duyup hissetmişti. "Aslında çevirmedin, ben... kendimi buldum, sende."

Kelimeler dudaklarından döküldü ama sonrası yine o huzurlu sessizlikti. Güneş tam anlamıyla doğup odayı aydınlattığında Junmyeon yeni derin uykusuna dalmıştı. Kafası şimdi Yixing'in göğsünde, sakin kalp atışlarının melodisiyle huzurlu rüyalardaydı. Yixing gözlerini araladığında kollarındaki bedenle gülümsedi. Junmyeon'un yumuşak çiçek kokusu tüm odaya yayılmıştı ve hayatının devamında her sabaha böyle uyanmak istiyordu.

Çok yavaşça geri çekildi ve tüm güzelliğiyle huzurlu bir şekilde uyuyan sevdiği adama baktı. Onunlayken zamanın ve yaşamın bir önemi yoktu, onunlayken kötü şeylerin bir önemi yoktu. Ona böylesine aşık olmak tehlikeliydi ancak açıkçası başına gelen en güzel şeydi de.

"Bana hep deli derlerdi, biliyorsun değil mi?" dedi uykulu boğuk sesiyle. Derin bir nefes alıp Junmyeon'un saçlarından ve alnından öptü. "Meğerse benim deliliğimin senin sakin ve güzel kalbine ihtiyacı varmış Junmyeon'ah."

——

Düğün hazırlıklarının başlaması şüphesiz en çok saray çalışanlarını etkilemişti. Yoğun maraton muhafızlara varana kadar herkesin bir işin ucundan tutmasıyla dönüyor ve bahar aylarının bitiminde yaz dönümü gibi düğün yapılması düşünülüyordu. Ülkeler birleşecek ve birlik içinde olacaklardı. Dedikodular çoktan halka varana kadar yayılmış, herkes güzel bir heyecan içindeydi. Karşı çıkanlarda vardı tabii, her zaman olurdu.

Minseok belinin ağrısıyla duvara yaslandı, henüz yirmilerinde olması yaşlı hissetmesine engel olmuyordu ne yazık ki. Yaslandığı duvarda hizmetli kızların konuşmaları kulağına doluyor ama dikkatini vermiyordu. Ta ki, Baekhyun'dan bahsedene kadar.

"Prens Byun'a da sıra gelecek, onun evlenmesine çok üzülürdüm!" diyordu kızlardan biri, düşüncesi bile kötü ediyormuş gibi. Diğeri suratını buruşturdu. "Aman, zaten Prens Byun odasına hiç kız almazdı. Biliyorsunuz herkes onu çapkın sanıyor ama o kimseyle ilgili değil. Garip değil mi?"

Lose ControlWhere stories live. Discover now