(bölüm21)Korkunun Kokusu

45 16 0
                                    

Yutkundum. "Neden?" diye mırıldandım. "Neden buradayız?" Aslında azda olsa tahmin edebiliyordum. Ama eğer sebep gerçekten tahmin ettiğim şeyse, ızdırabım büyüyecekti.
Mark duruşunu bozmadan hayla sırıtıyordu. "Neden korktun? Ben de bilmiyorum sizi neden buraya attıklarını." İşte şimdi yanmıştım. Robert'ın ölümünden haberi yoktu.
John arkada biraz kıpırdandı. "Nasıl yani? Gerçekten bilmiyor olamazsın değil mi? Bizi lanet olası başkanına götür,"dedi ve beni arkasına alıp Mark'ın yanına geldi. İşler herzamanki gibi yolunda değildi. Doğru ya benim bir yolum bile yoktu. "Mark, John'un bir suçu yok. Onu geri götürün. Lütfen." Kendimi yaktım. Ama o suçsuz yere burada kalmak zorunda değildi. John keskin gözlerini bana çevirdi. Bir şey demesine gerek yoktu çünkü gözleri zaten her şeyi söylemişti. Mark sesiz bir kahkaha attı. "Beni takip edin. Hey Lisa, işime geri döndüm," dedi bir saniyeliğine bana bakarken. Sevinmeli miydim? Hiç sanmıyorum. Doktorluk ona göre bile değildi, dışarıdan bir serseriye benziyordu. Yürümeye başladık. Etrafa baksamda bir şey göremiyordum, her şey boştu. Beş dakika kadar daha gittik. O sırada John bileğimden tutup beni çekti. Onlar sola dönerken ben düz ilerlemişim. Mark bir odanın kapısını açtı ve yine John beni çekiştirerek içeri girdirdi.
"Usta Carl, bu ikisi neden burada?"
Bu ikisi.
Usta oturduğu dönen sandalyeyi bize çevirdi. Uzun siyah saçları omzuna dökülmüştü. Esmer ten rengi, donuk bakışları ile oldukça sert ve itici duruyordu.
Boğazını temizledi. "Seni ilgilendiren kısmı çok merak ettim doğrusu Mark. Yoksa seni işe almakla hata mı ettik ha?" Tekrar konuşmak için ağzını açtı ama ben ondan önce davrandım. "Sebebi öğrenmeye geldik."
"Benden iyi bildiğine eminim cesur kız. Bu aralar Robert'ı göremiyorum da!"
Bu ağırdı. Bu benim için altından kalkılamaz bir yüktü.
"Ben...ona zarar vermedim. Benim suçum değil." Ne güzel bir inkar.
"Öyle mi? Robert senin gibi bir aptal yüzünden öldü. Ajanımızı senin yüzünden kaybettik! Mark'ın babasını öldürdüğün gibi onu da öldürdün. Sen bir katilsin!"
Hayır. Hayır. Hayır. Ben bir katil değilim. Ama Anna'nın katili olucam. Nefes almam zorlaşıyordu gitgide. John bunu fark ederek kolumdan tuttu ve dışarı çıkarttı. Gözlerim dolmuştu. Gözümü kapatmamla hepsi akacaktı.
"Üzülme. O, senin yüzünden ölmedi. Sen... buradan gidelim."
O ölmüş olabilirdi. Ama benim suçum değildi. "Nasıl gidicez? Bizi buraya hemen bırakmak için getirdiklerini sanmıyorum." Gözlerini devirdi. O da biliyordu elbet bu kadar kolay olmadığını.
Kapı açıldı ve Usta Carl yanımıza geldi. "Artık ayrılma zamanı geldi. Sen Ufo'na geri dönüyorsun genç adam. Lisa, artık seni babana teslim etme vakti de geldi."
Gözlerimi kısarak ona baktım. Hayal görüyordum, değil mi?
"Sen kim oluyorsun? Benim babam yıllar önce öldü." Öfkeyle ağzımdan çıkan kelimeler, bu itici adamda hiç etki yaratmamıştı.
"Az önce baban aradı ve seni almaya geleceğini söyledi," dedi ve ortamdan ayrılmak için yürümeye başladı. O sırada hızla kolundan tuttum. Durmuştu ama tabi bunu ben başarmamıştım.
"Ben bir çocuk değilim. O da bir baba değil. Sanırım artık gitmeliyiz." Derin bir nefes alıp kolunu bıraktım ve ters yöne doğru yürümeye başladım. John yanımda yürüyordu. Bu kadar basit olması normal değildi. Buradan bir an önce gitmeliydik. "Mini Ufolar nerede?" diye sordum.
"Buraya gelirken baygın değildim," dedi ve güldü. Bende onunla birlikte güldüm. Mutlu olmak için çok az sayıda nedenim varken bunları kaçırmak büyük bir aptallık olurdu. John'u takip ederken sık sık arkamıza bakıyordum. Sonuncu bakmamda Mark'ın geldiğini gördüm. O da mı bize engel olacaktı? Aramızda yalnızca üç-dört adım varken konuşmaya başladım. "Bize engel olmaya çalışma. Ustan, beni buna zorlayamaz." Başını salladı ve yere bakarak yürümeye başladı. "Sizi bırakıp geleceğim sadece," demesinin ardından şaşkınca ona baktım. Gerçekten bunu yapması saçma olurdu.
"Carl buna kızacaktır. Biz gideriz."
Boşver der gibi elini salladı.
Peki ya, Carl bunu nasıl düşünebilirdi? Nasıl beni o adama vermeyi isteyebilirdi? Tamam, Carl iyi biri değildi belki ama beni zorla başkasına vermeyi düşünmemeliydi. Ve şimdi de bizi durdurması için Mark'ı göndermişti.
Dalgın bir biçimde yürürken sonunda Mini Ufo odasına ulaşmıştık. Bu Ufolar sinirimi bozuyordu ve geçmişi hatırlamamı sağlıyordu, beni almak için gelen Jessica'nın ölümünü anımsatıyordu. Ne kadar Ufoyu o sürüyor olsa da beni kurtarmaya gelmişti. Derin bir iç geçirdim ve arkaya oturdum. Mark özgüvenle sürücü koltuğuna oturmuştu. Mark'ı da mı ateşe sürükleyecektin Lisa?
"Mark, kamera yok mu yani? Buna gerçekten gerek yok." Şuan gülümsediğini biliyordum. Uzay'ın karanlığına dalmıştık. Arkasına dönüp bana baktı. "Sizin bir doktora ihtiyacınız var," dedi ve göz kırptı. Bende gülümsedim. Dediğim gibi bu ufak fırsatlar kaçırılmayacak kadar değerliydi.
Boğazım acıyordu. Etrafta tuhaf bir koku vardı, korkunun kokusu. Böyle düşünmek bile dizlerimin titremesine neden oluyordu. Mark, ani bir manevrayla Ufoyu salladı. Yerimden sıçrayarak kafamı cama çarptım. Mark önde bir şeyler yapmaya çalışıyordu. O sırada Anna'nın iğrenç sesi kafamda yankılandı. O yakınlardaydı.
"Mark!" diye bağırdım ama ben bile sesimi duymamıştım.
Sonunda biraz yavaşlamıştık ve sarsıntı da durmuştu. Nefes almaya çalışırken ön tarafa baktım. "Ne oluyor?"diye sordum. Mark gözlerini büyültmüş, bir eli dağınık saçları arasında gezinirken önüne bakıyordu. "Sorun ne?" diye üsteledim. Arkasına döndü. Başını iki yana salladı. "Ben...kontrol edemiyorum. Bir şey bizi çekiyor, kanca gibi bir şey bizi tuttu ve çekiyor."
Yutkundum. "Şu Ufo olmalı!" Diye bağırdı John. Parmağıyla bir şeyi gösteriyordu. "Anna olmalı," diye fısıldadım. Elimi yumruk yapıp dizime sertçe vurdum. "Lanet olsun! Sana gitmeni söylemiştim!"dedim John'a bakarak. "Sana da gelmemeni söylemiştim!"diye devam ettim Mark'a bakarken. Bakışları dizlerime çevirdim. "Benimle gelirseniz sonunuz hiç de iyi olmaz. Beni korumak imkansız tamam mı?"dedim öfkeyle. Elbette onlara kızmıyordum. Sadece kendime olan öfkemi kusuyordum. Tekrar 'Lanet olsun' diye mırıldanırken onlar bakışlarını kaçırmışlardı. "Üzgünüm..."diye mırıldandım. Çok işe yarardı ya! John bana döndü. Ne kadar sakin görünmeye çalışsada öfkeliydi. "Sorun değil. Tek başına kurtulamazdın." Siz varken kurtulabilirsem... Her neyse, şuan Anna'nın pislik Ufosuna çekiliyorduk ve ben yine sorun çıkartıyordum.
"Şimdi ne olacak?"diye sordu Mark. Bilen var mıydı ki?
"Sorduğun soruya bak!"diye çıkıştı John. O sırada kafamda aynı ses yankılandı. Defol! diye bağırmamak için kendimi sıktım. Zihnimi ele geçiren bu pislik düşüncelerimi de okuyor muydu?
Aynı sarsıntı daha düşük versiyonuyla tekrarlandı. Artık etrafımız karanlık değildi. Göz yakıcı ışıklar Ufoya dolmuştu. Gözümü kapatmama rağmen ışık yüzünden sulanmıştı. Sonunda kolumdan tutan iki el beni Ufodan dışarı çekti. Yavaş yavaş gözlerimi açtım. Işığa alışmıştım artık. Donuk yüzlü adam, gözleri sanki görmüyormuş gibi boş bakıyordu. Tanımlayamadığım ten rengi diğerleriyle aynıydı. Bunlar, büyücüler olmalıydı. Bunu hatırlayınca kendime kızdım. "Bana dokunma! Çek şu ellerini." Adam umursamadan ellerini indirdi. Bunların robot olduğunu düşünmeye başlamıştım artık. Topuklu ayakkabı sesleri gelmeye başladı. Zemin metal olduğu için bu ses kulak tırmalayıcı hale geliyordu. Anna kapıdan içeri girdi. İlk defa bu kadar güzel olduğunu fark etmiştim. Açık renk ten rengi parlıyordu. Saç rengi benimkine çok yakın, açık kumraldı. Gözleri yeşildi. Benimki gibi! İlk defa kendimden nefret ettim bu kadına benzediğim için. Saçlarının ucundaki buklelerin bir kısmı ön tarafa saçılmıştı. "Neden buradayız seri katil Anna?"diye sordun dalgınca.
O ise sıcak bir gülümsemeyle karşılık verdi. "Bende seni çok özledim."diyerek dalga geçti. "Arkadaşlarımı serbest bırak."dedim net ses tonumla. Artık gülmüyordu. Sadece öfkeli görünüyordu. Robot adamlardan birine bir şeyler fısıldadı. Adamlar yine üçümüzün etrsfında dolanıp kollarımızdan tuttular. Bu sert elleri canımı yakıyordu. "Anna! Bizi serbest bırak."diye tısladı Mark. Sebebini bilmesede o kadına karşı çıkmıştı. Adamlar iki kolumada sıkıca yapışmışlardı. Bu sibir bozucu durumla yürümeye başladık. Aslında onlar yürüyor benide peşlerinden sürüklüyorlardı. Robert'ı öldüren bu kadın cezasını çekecekti. Biraz sonra konforlu, güzel mobilyalarla süslenmiş bir odaya geldik. Odanın havası uykumu getiriyordu. Azda olsa sersemlemişken bir sandalyeye oturtuldum ve bileklerime metal halkalar geçirildi. Karşı koyamayacak kadar garip hissediyordum kendimi. Kafam beş dakikada bir aşağı düşüyordu. Diğerleri de benden farksız değillerdi. Sonunda dayanamayarak düşen kafamı kaldırmayı reddettim. Biraz uykudan zarar gelmezdi sonuçta.
Tabii Anna ile aynı Ufo'da olduğumu saymazsam.
* * *

Medya: İndila, Derniere Danse

4 ELEMENT Dove le storie prendono vita. Scoprilo ora