Akşamın ilerleyen saatlerinde, dört genç bir araya gelmiş mutluluklarını paylaşıyordu. İlk defa tamamen dürüst bir ortam vardı, tüm saflıklarıyla geçiriyorlardı vakitlerini. Hoseok Yoongi'den kaçmıyor, Yoongi hayranlıkla parlayan bakışlarını gizlemiyordu.
Üzerindeki hafif sarhoşluk yüzünden bardağı kavramakta zorlansa da umursamadı ve bardağı tutan elini kaldırıp, diğerleriyle tokuşturdu. Bu akşam kendi evine dönecek olması tadını kaçırıyor olsa da belli etmemeye çalışıyordu. Jungkook'la beraber, huzurla uyandığı sabahlar yerini kavga ve boş gürültüye bırakacaktı. Bu her aklına geldiğinde istemsizce dolan gözleri, sebebini bilmediği bir yaşamın içinde olmanın verdiği belirsizlik hissi, artık bir çözüm bulması için ona yalvaran iç sesi onu boğuyordu. Bir gün bulacaksın, dedi içinden boşluğa bakarken. Bir gün, cevapsız tüm soruların yanıtlanacak.
Tüm bu düşüncelerini bir kenara bırakmayı denedi ve onlarla birlikte gülmeye çalıştı. Neden güldüklerini bilmiyordu, sadece belli etmemeye çalışıyordu. Kendisinden habersiz oluşan yumru yüzünden tamamını içemediği bardağı masaya bıraktı ve arkasına yaslandı. Arkadaşı için mutlu görünmeliydi, boş kaldığı her an aklına gelen rastgele hayatının anı bozmasına izin veremezdi.
Gözlerini Jungkook'a çevirdi. Beyni, sanki mutluluğunu bozmaya çalışır gibi aklına yolda yaşadıklarını getirince gözleri daha çok yanmaya başlamıştı. Kötü düşünceleri kovdu ve yanındaki bedenin gülüşüne odaklanmaya çalıştı. Özenle taranmış kahve saçları iki yandan ayrılmış, birkaç tutam gözünün önüne düşmüştü. Ortamın sıcaklığından dolayı yanakları hafifçe kızarmış, dudakları içkiden olsa gerek,
parlıyordu. Bol giydiği çizgili tişörtten bile görünüyordu kasları. Dudaklarını dişledi, gözüne fazla güzel gözükmüştü. Siyah deri pantolonu, vücudunun bir parçasıymış gibi uyum sağlıyordu ona. Yiyecekmiş gibi bir süre onu izledi. İç karartıcı düşünceler birkaç dakikalığına zihnini terketmişti.Jungkook, üzerindeki gözleri fark edip ona baktığında gülümsemesi genişledi. O sırada Hoseok ve Yoongi, televizyondaki bir filme dalmıştı. Onlara kısaca baktıktan sonra gözleri tekrardan eserini buldu. Her zerresiyle ona ait olan, baktıkça hayran kaldığı şaheser. Koltukta ona daha fazla yaklaştı ve yanağına küçük bir öpücük kondurup, gülümsedi. Tam şu anda onun kucağına saklanmak, tüm kötü düşüncelerden ve cevapsız sorulardan sonsuza dek kaçmak istiyordu.
Koltukta geriye doğru yaslanan bedene iyice sokulup, çenesinden tutarak bakışlarını kendisine çevirdi. Her zaman odak noktası olmak istiyor, içten içe izlediği filmi kıskanıyordu. Dudağının kenarını öptü, çenesini, yanaklarını. Karşılık olarak sadece bir gülümseme kazanmıştı. Ona bakmıyor, filmi izliyordu dikkatle. Bu onu sinirlendirmişti. Jungkook sadece onu görmeli, onu izlemeliydi. Film de kim oluyordu?
Yeni ezeli düşmanı olan filme kısa bir bakış attıktan sonra tekrar ona döndü. Ne yapıp etmeli, dikkatini o filmden almalıydı.
"Jungkook-ah..."
Normalden daha kalın çıkan ses tonu kendisini bile şaşırtsa da belli etmedi. Onu etkilemesi gerekiyordu ve en ufak hatası filmi rahatça izleyebilmesi için bir fırsat olacaktı. Jungkook ona bakmamakta ısrar ederek hımladığında, parmaklarını göğsünde dolaştırmaya başladı.
"Sıkıldım ben."
Beklentiyle ona baktığında, filmi izlemeye devam ettiğini görmüştü. Gerçekten, ilgisini çekemezse o televizyonu acımasızca parçalamayı düşünüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
God Of Time | Jikook
FanfictionYalnızlıkla sınandığın her anında, Sana sunulan kanatları hatırla sevgilim Susturma içindeki ahenkle çalan şarkılarını Senin için cehennemi getireceğim 300518 260119 »Life Is Strange adlı oyundan esinlenilmiştir. »Kapak için @lucidpeach'e teşekkürle...