Kıyamet. Çoğu insan bu kelimeyi başına gelen her kötü olayda kullanır, gerçek anlamını göremeden de ölürdü. İnsanlar, bitkiler, hayvanlar, şu ana kadar yaşamış olan tüm canlılar bu feci olaydan sıyrılabilmişti. Kimsenin hayal bile edemeyeceği kadar korkunçtu bu gerçeklik. Oysa dünyaya gelmiş iki varlık, bu gerçekliği görebiliyordu;
Park Minah ve Park Jimin.
Yanında uyuklayan bedene kısa bir bakış attı, iyi olduğundan emin olduktan sonra rahat bir nefes verdi. Annesinin de dediği gibi, paranoyaklaşmıştı. Her an ona bir şey olacakmış gibi paniğe kapılıyordu. Ortada bir tehlike yokken, kollarında güvendeyken bile tereddüt vardı içinde. Sanki her an birileri tarafından kontrol ediliyorlarmış da, Jungkook'un ayaklarının altına mayın döşeyeceklermiş gibi aşırı düşünceler bile geziniyordu zihninde. Gözlerini kırpıştırdı ve başını hızla iki yana salladı düşüncelerini kovmak istercesine. O kollarının arasındaydı ve zaman kontrolünü elinde tuttukça, hep orada kalacaktı.
Kötü düşüncelerini zihninden kovdu ve uyuyan bedenin sırtını okşayıp, yanağına tüy kadar hafif bir öpücük kondurdu. Her ne kadar uyuyamıyor olsa da, onu uyurken izlemek ruhunu dinlendiriyordu. Bir süre daha suratını izledikten sonra, uyuma pozisyonunu bulabilmek adına diğer tarafa döndü. Tam rahat pozisyonu bulduğunu düşünürken, gördüğü şey ile olduğu yerde kalmıştı.
Annesinin ruhu, gülümseyerek bakıyordu onlara. Her zaman gördüğü rüyalardan birinde miydi yoksa, eğer öyleyse, neden gerçekmiş gibi hissediyordu? Göğsü hızla inip kalkarken, gözlerini kırpıştırdı ve geri çekilmeye çalıştı telaşla. Evet, emindi rüyada olmadığından. Minah, gerçekten gülümseyerek onlara bakıyordu. Kahverengi, uzun saçları omzundan dökülüyordu ve fotoğraflarda gördüğü o şık elbiseyi giymişti işte. Jimin onu etrafa saçtığı parıltılara kadar net görüyordu.
"A-anne?"
Minah, onun korku barındıran sesini duyduğunda gülümsedi. Bu gülümsemenin gerçekliği Jimin'i korkutmuştu, tir tir titriyordu parıltılar saçan ruha bakarken. Suratının rengi solmuş, bedeni güçsüzleşmişti karşısındaki görüntü yüzünden. O ise, bu şaşkın ifadeyi umursamadı ve parmak uçlarını ahşap masanın üstünde duran fotoğraflara dokundurdu.
Gözleri gösterdiği fotoğraflara kaydı, evden kaçmadan önce aldığı albümün fotoğraflarıydı hepsi. Ona bu fotoğrafları göstererek gelmesini istiyordu sanki. Titreyen elini ona uzattı ve dokunmaya çalıştı, bunu yaptığında o parıltılı ruh, anında geri çekilerek kaybolmuştu. Birkaç saniye öylece kaldı. Neye uğradığını şaşırmıştı, korkuyordu içten içe. Annesi ona gülümsemişti, ondan gelmesini istemişti ve ulaşmaya çalıştığı o kısa anda da parıltılarla donatılmış ruhu uçup gitmişti gözlerinin önünde. Eşsiz, kusursuz bir melek gibiydi tıpkı. Yüzünde heyecan dolu bir gülümseme oluştu, ne yapacağını bilemedi sevinçten. Annesi onu görüyor, hissediyordu.
Yanında uyuyan bedeni sarstı hızla, onu bunun bir rüya olmadığına nasıl ikna edeceğini bilmiyordu fakat bu kısım o an pek umrunda değildi. Her şey gerçekti, o annesinin ruhunu hissetmişti ve annesi onu yanına çağırıyordu!
"Jungkook, uyan!"
Hızla onu birkaç kez sarstı. Jungkook, son zamanlarda olanların getirdiği hassasiyet yüzünden yerinde zıplayarak uyanmıştı. Yüzünü ovaladı ve birkaç saniye bulunduğu konumu kavramaya çalıştı. Birkaç saatlik uykunun ona yetmediği morarmış gözaltlarından belli oluyordu. Jimin'in ona bir şeyler söylemek istercesine heyecanla baktığını fark edince kaşlarını çattı;
ŞİMDİ OKUDUĞUN
God Of Time | Jikook
FanfictionYalnızlıkla sınandığın her anında, Sana sunulan kanatları hatırla sevgilim Susturma içindeki ahenkle çalan şarkılarını Senin için cehennemi getireceğim 300518 260119 »Life Is Strange adlı oyundan esinlenilmiştir. »Kapak için @lucidpeach'e teşekkürle...