Hazreti İbrahim

744 4 0
                                    

Tohumlar patlayacaktı yakında ve çiçekler de açacaktı elbette. Gökyüzüne yıldızlarla Allah'ın adını yazdığını söyleyip gecelerine ortak olacak bir babayiğit de bulunurdu muhakkak, ona şüphe yok... Belki de ömrünün sonuna dek mutlu olacaktı İbrahim olmadan... Kimse bilemezdi. Ama yine de İbrahim anasına kızmakta haklıydı:

''Ama senden bir ricam, beni oğlun olarak görme... Kızın olursa sahip çık ama ona... Haberini alırsam kahrolur, yıkılırım... Merakında olmadığın hayatımın akıbetinden mahrum kalman ve ben aklına geldikçe üzülmemen dileğiyle anne... Sevgimi toprağa, seni gökyüzündeki kara bulutlara gömüyorum... Benim semtime yağmur olsan da uğrama...''

''Gelmedin!'' diye bağırdı tekrar hatırlatır gibi ve hıçkırıklarının arasından kelimeler süzülmeye devam etti:

''Artık içinden çıkılmaz bir hal aldı bu durum... Yanıyor içim. Boğazımda düğümlü bir sevda... Nefes alamıyorum. Acınacak haldeyim. Bakışlarımda bile bir çaresizlik... Yaşamak dert oldu. Uyumak bir yana, duyduğum sesler bile onun adıyla yoğrulmuşken, kulaklarımı sağır eden haykırışlar, geceyi sonsuz bir kışa çeviriyor. Çok üşüyorum anne sensiz. Ateşli bir hastalık gibi... Kalbimin en orta yerinde bir sızı... Ne yöne baksam, hayalet gölgeler... Onu benden alacaklar. Götürecekler en uzaklara. Tahayyül ederken, bir acı daha saplanıyor yüreğime. Ağlıyorum çaresiz. Gözlerimden akan bir avuç gözyaşı değil yitirdiğim. Yitirdiğim anlamını kelimeler. Yitirdiğim Allah'ın kudreti! Binlerce ferman edildi yüreğimden, atladı uçsuz uçurumlardan.

Bir mucize gerekli şimdi bu aşka, Allah'ın kudretini yeryüzüne yayabilmem için bir kuvvet... Hasta değil, ölüyüm artık. Ancak ve ancak Allah'ın yoluna baş koydum bundan sonra, nefsim yok artık! Ölüyüm ben. Allah'ın kölesiyim! Gelmedin ya! Gelmedin anne...''

Nesebi Nuh Peygamber'in oğlu Sam olan İbrahim Peygamber ne kızgındı ne hırçın. Üzgündü yalnızca. Babil'de doğduğuna lanet etmiyordu, annesine kızamıyordu ama kırgınlığı kaderineydi. Annesine sırtına döndüğü an onu bir daha affetmeyeceğine dair hisler barındırıyordu içinde.

''Hiç kimsesiz değilse de sensizim!'' der gibi baktı son kez annesine ve yürümeye başladı umutsuzca. Allah'ın ışığı vuruyordu İbrahim'in ardından. Gökyüzü kol kanat germişti ona ve yıldızlara. Oğuz ise bir bir kaldırmıştı önündeki engelleri. Gün en az hava kadar tertemiz...

''Sen yoksun! Ve ben hiç kimsesiz değilse de sensizim!'' diye bağırdı Emile. Ve kalbinde kalan son umudun parçasıyla kuvvet buldu: ''Nedense böyle gecelerde yakıyor yüreğimi özlemin, böyle gecelerde yeniden başlıyorum gündüzleri bıraktığım ağlamaya...

Bir bardak hüzün, kâğıt kalem ve karşımda sensiz bir günü daha savuşturan şehirle baş başa kalıyorum... Acı katlanılmaz, saatler geçmez sansam da nihayetinde böyle geceler de varıyor sabaha...

Rüzgâr asi değil, aksine tatlı tatlı esiyor, ortalık sessiz inadına... Güzelken her şey, deli oluyorum böyle gecelerde yüreğime çöreklenen hüzne... Sonra acının kaçarak değil çekerek biteceğini anlatıyorum kendime, sevmenin bir bedeli olduğunu fark ediyorum yeniden severken ödeyeceğimi hiç düşünmeden...

Oğlum... Her gün eksilerek yaşadığımı sanırken meğer giderek büyütüyormuşum içimdeki seni böyle gecelerde, şimdi anlıyorum... Düşlerde rahatlayıp dönüşlerde efkârlandığım böyle gecelerde...

Haykırıyorum şehre bakıp 'Ey, Nemrud!' diye. Zaman zaman şaşırıyorum kendime geride kalanın sen olmadığına sevindiğimde... Yaşamaktan hoşlandığım için değil hayat güzel olsa da onu sensiz yaşamak istemiyorum aslında, tadını alamıyorum hiçbir şeyin.

Tesellisi bile kalmadı ne Azer'in ne de onun diyarının. Sensiz seyrettiğim yıldızlar bile parlak değil. Sensiz çıktığım yolculuklar uzun, yaşadığım sevinçler kısa...

İşte bu yüzden memnunum geride kalmadığına, böyle acı çekmeni istemezdim hiç! Belki de yanılıyorumdur, belki sen benden daha güçlü ve daha cesur çıkardı

Bilirdin benden sonra hayata küsmeni istemediğimi... En çok gülümsemeni sevdiğimi hatırlardın. Sen ise benim en çok hüznümü severdi Gittiğim günden beri ıslak bir elbise gibi yapışıp kaldı bedenime çıkarıp atamadığım!

Bana kalbini ver! Ama söz ver! Yine sana söylüyorum! Evet, seni gerçekten çok ama çok seviyorum oğlum!

Gözlerine dalıp gittiğimde beni benden alıp götüren masumiyetin, saf ve kendine has güzelliğin... Aşk şarkılarını severek dinleten sihrin ve gözlerimin içini güldüren sevecen marifetin... Hoşnuttum. Hatta mutlu. Ama buruk...

Ben içten ve inanabileceğin kadar hoş sevebilirim seni. Şu anda olduğum kadar hiç yakın olmadım belki de sana. Gün geçtikçe daha da yakınlaşıyorum uzaktan da olsa. Sende keşfettiğim her bir tepenin zirvesinde, bir sonraki tepeyi görüyorum. Ve onun da zirvesine varmak üzere tekrar yola çıkıyorum. Her yolculukta, bugüne kadar ne kadar uzak ve yanlış yönlere gittiğimi görüyorum.

Sende doğruyu bulduğumu hissettikçe ve muhteşemliğini keşfettikçe bir kere daha tamamen sende olmanın keyfine varıyorum. Doğru olan her tarifle ve anlatamadığım bir tabirle seni seviyorum. Aşk demiyorum. Ölümlü olması korkutur beni.

Gözlerimi yaşartabilecek kadar acı olan ne olabilir sende? Acı mutluluk ya da başka bir şey? Ne dersen de! Tarifsiz o kadar çok duygu varmış ki sende. Deli düşüncelerimi saptıran, tek bir gökyüzüne saatlerce baktıran, bir damlayla, ağlatmaktan öte bir hissi tattıran, uykumda sayıklattıran, hep benden öte inanmaya korktuğum her şeyi bana inandırarak yaşatan ilk ve tek kişisin. Sensin!

Uçsuz bucaksız denize son umutla bakıp da gözlerini yummuş ve zifiri karanlıktan ayrım yapamadan kapattığım gözlerime yansıyan bir ışıksın sen. Kaybetmeme arzusuna ve hırçınlığına bulandığım loş tebessümlerimin aynasısın sen. Sona ermeyen ıstırabımla çöllerden çıkamazken, tek bir damla halinde dudağıma damlayan yandığım o tesadüfsün sen! Varlığım ve yokluğumsun! Bana kalbini ver! Ama söz ver! Nemrud'u yık! Azer'i doğru yola getir! Allah'ın adaletini tüm yeryüzüne yay...''

Gül Yangını | Azer'in YükselişiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin