Hazreti İbrahim

849 5 0
                                    

On beş yaşına gelmesine rağmen Hazreti İbrahim halen annesini görmek istemiyordu. Evet, yaptığı yanlıştı, sırf Azer istemediği için bir mağaraya hapsetmişti onu. Kapatmıştı İbrahim'in geleceğini. Ama annesinin de seçeneği yoktu ki...

Hazreti İbrahim, taştan ve ağaçtan putlar yapıp satan putçu babası Azer'e ''Babacığım! İşitmeyen, görmeyen, sana faydası dokunmayan şeylere niçin taparsın?'' diye bağırdı az ötede. Delikanlı çağına giren İbrahim rahat durmuyordu ne yazık ki!

Vicdan muhasebesiydi çünkü bu. Olsun isterdi. Hatta olsun diye yapılması gerekenden daha da fazla üretirdi.

Aşktı, değer verirdi, ödün verirdi ve sevgiden de öte saygı gösterirdi, olmayacak kaç şey varsa bir araya bile getirirdi çünkü Allah'ın adaletini yaymak onun mutlak vazifesiydi...

Belki, ne anlattığını anlayabilmiş babası... Bu yüzden çözüm için bir şeyler yapma gayretinde...

Vazifesiydi, sabahlardı gerekirse. ''Olsun,'' der ailesi ile arasının açılacağını bile bile haykırırdı Allah'ı. Kendinden çaldığı zamanı gerekirse ailesine verirdi.

Dosttu; hayatta kimseyi dinlemediği kadar dinlerdi, kendine ayırmadığı onca şeyi Allah'a ayırmaya çalışırdı İbrahim. O yüzdendi onun adını gördüğü her şeye haykırması.

Sonra olayın içinden kendini çıkarttı, şöyle karşıdan yaptıklarına bir baktı. Baktı ki her şey başladığı gibi! ''Olmuyorsa, olmuyordur!'' demek istemedi ama babası aynıydı işte. Babası harekete geçti bu sefer.

Emile, Azer'in hareketlendiğini görünce yine bir tartışmanın ortasında kalacağını anladı, o yüzden yerinden kalktı hemen. Onları ayırmak için hamle yaptı ama çok geçti.

Babası ''Ey İbrahim! Sen benim ilahlarıma yüz mü çevirirsin? Çekil karşımdan. Uzun müddet gözüme görünme,'' diye bağırdı. Ama İbrahim vazgeçmedi. Babasına yalvardı ve onu Tevhid ilmine davet etmeye çalıştı. Fakat babası onu yine kovdu.

Bu olaydan sonra İbrahim bir daha geri dönmemek üzere oradan ayrıldı, söz vermişti kendisine bir daha dönmemek üzere. Annesinin çığlıklarına, babasının öfkesine ve kendi hüznüne aldırmayarak...

Öyleydi işte. Dalıverdi sokaklara. Karanlıkların dengesiz çocuklarından biriydi artık İbrahim. Kırık öyküleri fısıldardı, argın şehirlerin masal kahramanlarına. Yaşı kederlerine dayanmış mahallelerin duvarlarına yazabilirdi inancını bundan sonra!

Toplumun putlara tapınmasına hayret ederek onlara gerçekleri anlatmaya başlayacaktı belki de. ''Elinizle yontup yaptığınız bu putlara ne diye tapıyorsunuz?'' diye soracak ve millet de ''Bunu bize baban öğretti,'' diyecekti dalga geçmek için. O ne yapmalıydı? ''Benim babam da yolunu sapıtanlardandır!'' diyerek itiraf mı edecekti gerçekleri?

Çocukluğuna döndü. Azer evindeki atölyesinde put yapar ve diğer kardeşleri ile beraber Hazreti İbrahim'e de verir ve satması için pazara gönderirdi. İbrahim onların boyunlarına ip bağlar ve sürükleyerek satmaya götürürdü. Bu sebeple kendisinden hiç kimse satın almazdı, O da hiç satamadan getirir, babasına verirdi.

Kimse yaptıramazdı çünkü ona. Hakkı saptıramazdı kimse. Nereye baksa Allah'ı görüyordu çünkü. Çıkaramıyordu ki onu aklından. Hatta bakmasa bile görüyordu. Kudreti...

O zeytin gözleri, görüyordu tek ışığı. Bir durağanlık hâkim oluyordu sonra. Çığlık atıyordu birileri. ''Görüyorum ama hayır duyamıyorum!'' diyordu içinden. Sadece görüyordu.

Bütün kanı çekiliverdi vücudundan. Hissizlik alıp başını gitti. Ölmek üzere olan bir hasta gibiydi şimdi. Çaresizlik içinde öylece durdu ve bu sefer hiçbir şey göremedi.

Aşkın en katı hali bu... Bilinci kapalı... Vücudu kaskatı... Elleri ise bomboş... Ve aniden değişti her şey... Gözleri parladı, perde kalktı. Gelecek yakınlaştı. Naram-Sin'in krallığının çöküşünü görebiliyordu. Guti istilacılarının yol açtığı geniş yıkım... Şiddetli kuraklık ve kaos...

Kuzeydoğu Afrika ve Güneybatı Asya'nın alçak rakımlı bölgelerinden gelen bir yıkım... Şiddetli bir kuraklık, antik medeniyetleri, büyük bir karışıklık içine sürüklemekteydi.

Volkanik bir patlama ve ardından yaşananlar... Kuraklıkta belirgin bir artış ve rüzgâr sirkülâsyonu, toprağın kullanımında kayda değer bir bozulmaya sebep olmaktaydı. Aniden gerçekleşen bu iklim değişimi; bölgenin terk edilişine, insanların firarına ve Akad İmparatorluğu'nun çöküşüne sebep olmaktaydı. Komşu bölgelerde de senkronize yaşanan çöküşler, bu ani iklim değişiminin, çok geniş çaplı olmasından...

Akad İmparatorluğu, Fırat ve Dicle Nehirlerinin doğduğu yerden başlayıp Basra Körfezi'nde son bulan ve Mezopotamya bölgesini tamamen hükümranlığı altına alan bir imparatorluktu. Nasıl bu kadar kolay yıkılabilirdi?

İbrahim'in terk ettiği kavminin sonu da böyle mi olacaktı yoksa? Tüm bölgeyi etkisi altına alan kuraklık sebebiyle, gelecekte Yakub'un oğullarının da yapacağı gibi İbrahim de Mısır'a mı gitmek zorunda mı kalacaktı?

Yeniden girdi görüntüler İbrahim'in zihnine. İletişim kesilmiş, haydutlar yolları tutmuş, sulama sistemi çökmüştü. Sümer ve Akad ülkesini, kararsız koşulların yarattığı bir felaket ve korkunç bir kıtlık sarmıştı. Savaş arabaları ve gemileri işe yaramaz bir şekilde terk edilmiş durumdayken; Naram-Sin, çuvaldan giysiler içinde, küskün ve bir başına kalmıştı.

Bu kaotik ve esrarengiz durum, Naram-Sin'in düştüğü durumla birleşince Nemrud'un İbrahim karşısındaki aczini ve yıkılışını görmemek mümkün değildi. İbrahim, çağının emperyal gücüne nasıl meydan okuyacağını biliyordu artık. Büyük bir ses getirmesi lazımdı, tapınağın yolunu tuttu.

Gül Yangını | Azer'in YükselişiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin