26. Bölüm

32 5 0
                                    


Toprak yolun kenarında çekili olan şeritler sert rüzgârda dalgalanıyor, sonbaharın bütün etkisini gözler önüne seriyordu. Hafif bir uçurumun aşağısına bakan birkaç kişiden maktulün aşağılarda bir yerde olduğu belli oluyordu. Şeritlerin hemen aşağısında beyaz naylon tarzı olay yeri inceleme elbisesi içindeki arıcılara benzeyen memurları fark etmek güç olmamıştı. Yeşilin her tonuna tezat oluştururcasına seçilebiliyorlardı. İşte Lucas da oradaydı. Elini çenesine koymuş, bir ağaca yaslanmış şekilde memurları izliyordu. Yüzündeki ifadede dalgın bir görüntü oluşmuştu. Yolun az ilerisinden dalgın bakışlarla geçen bir rakun dikkatini çekti Meg'in. Bu ormanda birçok vahşi hayvanın yaşadığını bilse de gördüğü rakun ona garip gelmişti. İlerlemeye devam etti. Arkasından duymadığı sorular sorulsa da o cinayet mahallinin havasına girmişti bile.

Uçurumun kenarına yaklaşarak aşağı göz gezdirdi. Lucas, geldiğini fark etmiş bakışlarını ona dikmişti. Şimdi iki saat tantana yapacak, canını sıkacak, diye düşünse de ifadelerine bunu yansıtmamaya kendi kendine söz verdi. Olay mahallini ona teslim edecek ve sadece izleyecekti.

Aşağıdaki hafif düzlük 3-5 metre kadar aşağıdaydı. Görüntünün hoş olmadığı o mesafeden bile belliydi. Bir cesetten daha çok bir kamp alanından kalmış kalıntıları andıran bir görüntü var gibiydi. Lucas, nihayet dercesine bir işaret yaptı. Düztabanlı ayaklarının kaymamasını dileyerek inmeye başladığı dik yokuşun aşağısında Lucas kollarını açarak onu durdurmayı başarmıştı.

"Pek bir şey kalmamış."

"Evet biraz geç kalmışız."

"Baya geç," diye mırıldandı Meg. Kuru kemiklerden başka bir şey görünmüyordu cesette. Üzerindeki dişlenmiş ve kemirilmiş görüntüsü barındıran izler neredeyse hemen seçilebiliyordu. Kollarının ve bacaklarının olmamasını çok da garipsememişti. Ziyafet yapmışlar, diye düşünerek biraz önceki rakunu hatırladı.

"Kim bulmuş cesedi?"

Lucas, az ilerideki bir kadın memurun teskin etmeye çalıştığı spor kıyafetler içindeki bir kadını göstererek konuştu.

"Koşu yapan iki kadın bulmuş. Birini hastaneye gönderdik, fenalık geçirdi."

"Diğeri de ondan aşağı kalır durumda değil hani," diyerek cümleyi tamamladı Meg.

"Burada su içmek için durmuşlar ve bunu fark etmişler. Bu yarısı yok olmuş ve etleri lime lime koparılmış cesedi."

Cesede bir kez daha dikkatle baktı Meg. Gerçekten fena bir görüntüsü vardı. Tıp fakültelerinde incelenen iskeletlerin kokuşmuş ve eksilmiş hali önünde uzanıyordu.

"Öldürülüp buraya sonradan atıldığı belli. Sanırım en az 2-3 aylık."

"Adli tıptan kimse geliyor mu," diye sordu Meg.

"Sanırım yoldadır. Bend kasabasının şerifi söyledi az önce."

Bend kelimesini duyan Meg, yine o günlere dönmüştü. Yalınayak yürüdüğü orman yollarında, yanık bileklerinin acısına aldırmadan saatlerce aç ve susuz yürümüştü.

"Daldın dedektif?"

"Yok bir şey," diyerek yerde yatan kalıntılara doğru eğilmişti. Kaburga kemiklerindeki çöküntülerin nedenini anlamaları için Adli Tıp raporunu beklemeleri gerekecekti. Gelen ambulansın sireni gergin bekleyişin süregeldiği olay mahallinde sessizliği bozuyordu. Meg, bir an ileride teskin etmeye çalıştıkları kadın için mi yoksa cesedi almaya gelen Adli Tıp aracı olduğunu mu kestirememişti. Hemen üst yolun kıyısında bekleyen akbaba ordusuna baktı. Haber yapabilmek için neredeyse birbirlerini aşağıya yuvarlayacak gibi duruyorlardı.

OrganizeWhere stories live. Discover now