31. Bölüm

28 5 0
                                    


Meg, ofisine giderken Jackson'a rastlamış ve elinde tuttuğu dosyaları göstererek gülümsemişti. Carol'dan yine hiçbir işe yaramayan bilgi topluluğuydu taşıdığı dosya. Kemik yığınının kimliğini belirleme çalışmaları sürüyordu fakat henüz yeterli bir bilgiye ulaşılamamıştı. Carol'a göre cesetin yaşı 2 aydan fazlaydı. Kemiklerdeki yosunlaşmaya ve deformasyona bakarak çıkardığı sonuca göre cinayet başka bir yerde işlenmiş, ceset bir yerden oraya getirilmiş ve bırakılmıştı. Üzerinde herhangi bir delici-kesici alet izi veya kurşun yarası bulunmamaktaydı. Carol'a göre bu ceset, yeni katillerinin işi değildi.

Diğer cesedin ismi DNA taramasında ortaya çıkmıştı. Meg'in yaptığı araştırmaya göre maktül, çalıştırdığı öğrencilere şiddet ve tacizden üç öğrencisinin ailesi tarafından dava açılmış, şüpheli sıfatıyla tutuklanmış, davanın gidişatı sürecinde tutuksuz yargılanmış ve delil yetersizliğinden beraat etmişti. Adı Robert Pattinson'dı. Erken emekli edilmiş bir okul takımının beyzbol antrenörüydü. Karısı üç yıl önce ölmüştü, çocukları yoktu ve tek başına yaşamaktaydı. Okul yönetimi, açılan davaları bahane ederek işine son vermişti. Meg, bilgisayar ekranından adama yapılan suçlamalarla ilgili dosyaları okurken kapısı çalınmıştı.

"Efendim, sert bir kahve ister misiniz?"

"Jackson evrak işlerinden başka otomata da mı sen bakıyorsun?"

Jackson gülümseyerek cevap vermişti, elindeki espresso bardağını uzatırken.

"Uykusuz olduğunuzu fark ettim ve uyanmanız için sert bir espresso faydalı olur, diye düşündüm."

Masanın üzerindeki çantasına uzanıp bozukluk gözünü açarken, Jackson müdahale etmişti.

"Lütfen efendim bu benden ikram."

"Peki bir dahakine ben ısmarlarım, teşekkürler Jackson."

Bugünlerde erkeklerin başını mı döndürüyordu yoksa Meg kendince fanteziler mi kuruyordu? Sıcak karton bardağı iki eliyle kavrayıp sıcaklığını hissederek, hafif buğulanmış, içerdeki sıcaklıktan yoğuşarak küçük su damlacıkları oluşturmuş camdan dışarıya baktı. Saat neredeyse öğlene yaklaşmıştı ve Lucas'dan ses seda yoktu. Gelince kesin kendisini fırçalayacak ve doktorların sorgusundan bir şey çıkmamasına elindeki kahve gibi köpürecekti. Espressosundan büyük bir yudum alarak, ağzının içinde gezdirdi ve masanın üzerine bırakarak, tekrar ekrana baktı.

Adamın bilinen son adresi buraya epey uzakçaydı. Araştırmaya gitmek için Lucas'ı bekleyip beklememek konusunda tereddüte düşmüştü. Ekrana bakarken izlendiği hissine kapılarak birden arkasını döndü, Lucas mı gelmişti? Son anda fark ettiği şey arka tarafında kalan Jackson'ın bir anda bakışlarını kaçırdığı olmuştu. Olabilir miydi? Jackson'ın ilgisini mi çekmişti? Yavaşça ayağa kalktı, yemeği yemekhanede yemek istememişti. Giderken bir arabaya servis restoranına uğrar, annesinin en çok kızdığı fast foodlardan yerim, diye düşünmüştü.

"Jackson, ben çıkıyorum, eğer amirin gelirse söylersin maktülün bilinen son adresine giderek evini araştıracağım ve komşularıyla görüşeceğim. Sen adamın üzerine kayıtlı arabasını, ıvır zıvırı ne varsa bulup bana mesaj olarak atarsan sevinirim. Maktülün adı Robert Pattinson. Bilgileri ortak ağa yolladım, adamın adıyla aynı klasörde."

"Tamam efendim, ben gerekli bilgileri size en kısa zamanda yollarım."

"Sağol Jackson."

"Efendim yemeğe kalmayacak mısınız?"

"Hayır yolda yemeye karar verdim. Kahve için tekrar teşekkürler."

Gülümsemekle yetinmişti Jackson. Meg, bir yandan hamburgerini tek eliyle yemeye çalışıyor ara sırada vitesin yanına boca ettiği patateslerden yemeye çalışıyordu. Yollar kaygan olduğundan vitesi ikiden yukarıya çıkarmıyordu zaten. Gece hummalı bir şekilde çalışan asfalt tuzlama ekiplerinin çabaları boşa gitmiş, yollar yine bildik kar manzaralarıyla perişandı. Yarım saat kadar sonra navigasyona girdiği adrese geldiğini belirten mızmız ve bir o kadar da yapay konuşan kadının sesini duymamak için hemen rotayı silmişti. Evin önünde bir polis arabası bekliyordu. Arabanın camları buhar yapmış, hayal meyal görünen iki polis kafasının silueti, ısınmaya çalıştıklarını apaçık gösteriyordu. Yediği yemekten arta kalan çeri çöpü, kağıt poşete doldurarak elinde sıkıştırarak küçültüp arabadan inmişti. Eve yaklaşınca polislerin farkına varıp varmayacağını merak ederek kapıya yöneldi. Arabanın camının açıldığını belli eden sesi duyunca rahatlayarak yüzünü onlara doğru döndü.

"Hanımefendi oraya giremezsiniz?"

"Öyle mi, peki ya bu kimlikle," diyerek boynundan çıkardığı kimliği sallandırdı.

"Siz misiniz efendim? Sabahın erken saatlerinden beri burada nöbetteyiz, diye cevap verdi memur inmek için kapıyı açarken. Diğer memur camı kapatmak için hemen uzanmıştı. Çok üşüdükleri belliydi.

"Herhangi bir olağandışı durum?"

"Olmadı efendim, ne gelen ne de giden. Sadece bir sütçü gelip kapısına bir şişe süt bıraktı Biz de ses çıkarmadık."

"Kapıyı açtınız mı?"

"Evet efendim, maymuncukla açtık ve hiçbirşeye dokunmadan kapıyı tekrar kapattık inceleyebilmeniz için."

"Teşekkürler.. Steve," dedi yakasındaki ismi okuyarak.

"Peki sokaktaki hareketlilik nasıldı? Yani komşularında?"

"Sadece bir okul servisi geldi ve iki öğrenciyi alıp gitti. Diğer geçen arabalar da rutin geçiş yapan araçlardı. Sakin bir sokak."

Zaten okulları da böyle bir havada tatil etmemeleri ayrı bir sıkıntı, diye düşünmüştü Meg.

"Neyse ben içeri giriyorum, gözlemci olarak bana katılır mısın?"

"Tabi efendim," dedi ellerine siyah yün eldivenlerini takarken.

OrganizeWhere stories live. Discover now