36. KOKU

770 65 15
                                    

Şarkı; Indila, Boite En Argent

-LUCY-

"Baba, annem öldü, değil mi?" diye sordu yedi yaşındaki halim. Küçük Lucy, yanaklarını ıslatan gözyaşlarını silerken babasının yüzü de ondan farksızdı. Her ne kadar saklamaya çalışsa da. "Doktorlar niye o kadar üzgün? Annem öldü. O yüzden üzgünler, değil mi?"

Babamın gözbebeklerini gizleyen koyu renkli gözlerini silerken bir yandan saçlarımı okşuyordu. Bende her zaman enerjik ve pozitif olan babamı bu şekilde görmenin şaşkınlığıyla ve aynı zamanda annemin kaybetmenin verdiği üzüntüyle ona bakmaya devam etmiştim.

İşte o yıl, ölümle tanıştığım yıldı.

"Evet," dedi babam başıyla onaylarken. "Ama annen hep bizi izleyecek kızım. Ölen sadece bedeniydi. Ruhu özgür kaldı. Annen bizimle olmaya devam edecek."

"O zaman bizi böyle görürse üzülmez mi? Annemin üzülmesini istemem."

"Evet, annen üzgün olmamızı istemez. Bir şekilde hayatımıza devam edeceğiz. Annen de bunu ister zaten."

"Annem bizi izliyor, babacığım," deyip babama sımsıkı sarıldım. "Ama sen de gitme baba. Yanımda kal."

"Son nefesime kadar," dedi babam güven dolu bir sesle. "Gücüm yettiği kadar yanındayım kızım."

Görüntü zihnimin karanlık köşelerinde kaybolurken birden yapayalnız kaldım ve önümdeki hiçbir şeyi görmeme izin vermeyecek kadar zifiri karanlık olan dar koridorda ilerledim. Hiçbir şey görmüyor, sadece nereden geldiğini bilmediğim bir içgüdüyle ilerliyordum. Ta ki gözümü kırpıştırmama neden olacak yoğun ışık demetine kadar...

Işık o kadar kuvvetliydi ki gözlerim aralandığında birkaç kez daha kırpıştırmak zorunda kaldım. İlk önce burnuma yoğun ilaç kokusu dolarken uzun zamandır yakamı bırakmayan karnımdaki keskin acının varlığına bir kez daha şahit oldum. Dudaklarımdan hafif bir inilti döküldüğünde omzumda bir el hissettim.

"Lucy?"

Gözlerim tamamen aralandığında ilk görebildiğim kırlaşmaya başlamış kısa saçlar ve gözlüğünün arkasından bakan kahverengi gözlerdi. Bu tanıdık sima beni âdeta bozguna uğratırken başımı hafifçe eğip kollarımı sarmalamakta olan kablolara baktım.

Bildiğim tek bir şey varsa o da hastane yerine bir evde oluşumdu. Doktor olan birisinin evinde. Ayrıca bulunduğum oda, küçük bir misafir odasını andırıyordu. Tek farkı tıbbi eşyalardan dolayı hastaneyi andırmasıydı. Fakat bunların hiçbiri umurumda değildi. şu an Cody'nin babası Adam'a bakıyordum.

"Ben..." diye başlayacak oldum ama o sırada yerimde doğrulmakla uğraştığım için karnımdaki acı beni yerime yapıştırmıştı.

"Büyük bir yara aldın. Kendini zorlamaman gerek." Böyle dediğinde kolumdaki eli gevşedi ve o sırada yanımda duran sehpaya doğru baktım. O sırada keşke bakmasaydım, dedim içimden. Çünkü birkaç iğne ve bezlerin arasında poşet gibi bir şeye sarılmış, ucu benim kanımla kaplanmış hançeri görmüştüm.

Adam, oraya baktığımı görünce yüz ifadesi kederli bir hal aldı.

"Eşimle yürüyüş yapıyorduk," diye başladı sözlerine. "Seni bulduğumuzda çok kan kaybetmiştin. O yüzden ilk fırsatta seni hemen evimize getirip iyileştirmeye çalıştım. Karnındaki kesik bir hayli derindi. Yarayı temizleyip dikiş attım ve güzelce sardım. Birkaç haftaya kalmaz iyileşirsin."

Olayın şokunu atlatamadığımdan söyledikleri bir kulağımdan giriyor, öteki kulağımdan çıkıyordu. Öylece ona bakıyordum. Karnımdaki yara ve ağrılarım umurumda bile olmamıştı.

MAVİ : Prensesin Sırrı (Tamamlandı)Where stories live. Discover now