40. KISKANMAK MI?

16.2K 1K 793
                                    

Rüzgar eser, toz zerrecikleri yükselir. Bir yaprak uçuşur havada, göç etmeye niyetli bir kuş sürüsü süzülür gökyüzünde. Dünya sarı-kahveye bürünür. Yani tüm ihtişamıyla sonbahar gelir. Sezer, en sevdiği mevsimde kuru yapraklara basa basa yürürken yaşattıkları o muhteşem hisse ve kırıldıklarında çıkardıkları eşsiz seslere kendini kaptırmıştı.

Lacivert beresinden taşıp alnının çok az bir kısmına dökülen siyah saçları, önü açık deri ceketinin altından görünen gömlek ve tişörtü, bileğe doğru daralan siyah kot pantolunu, siyah botuyla sokakları aşıyordu. Ceketinin cebine sakladığı elleri soğuğa rağmen terlerken inatla onları saklamaya devam etti. Yüzünde tarifsiz bir tebessümle en sevdiği mevsimin getirdiklerini izliyordu.

Kimine göre hüzünlü olan bu mevsim Sezer için bambaşka anlamlar taşıyordu. Rengi bile huzuru simgeliyordu bir kere. Yeni diyarlara göç eden kuşlar güzel başlangıçların işaretiydi. Soyunup dökülen ağaçlar boşluğun bile insanı mutlu edebileceğini gösteriyordu. Çünkü o çıplak ağaçlar Sezer'in göğsüne koca bir yer açıp orayı saf bir duyguyla dolduruyordu. Adı yoktu, koyma gereği de duymamıştı zaten. Zira bazı şeyler adı yokken daha değerliydi.

Pek işlek olmayan bir caddeye vardığında daldığı güzelliklerden uzaklaştı. Karşıdan karşıya geçmek için arka arkaya geçen iki aracın ilerlemesini bekledi. Onların hemen ardından tek yönlü yolda gelen diğer araca fırsat vermeden yola atladı. Koşar adım caddenin karşısına geçtiğinde iki bina ilerideki apartmana vardı. Şifresini bildiği dış kapıyı açtığında duyduğu kulak tırmalayıcı otomatik sesle apartmana girdi. Her sonbaharda olduğu gibi depoladığı yüksek enerjiyle asansöre binmek yerine merdivenlere yöneldi. Dar merdivenleri tek tek ama hızla çıktığında sonunda varmak istediği eve ulaşmıştı.

Nefes nefese birkaç saniye dinlenmek için kendine fırsat vermek adına bekledi. Yeterince oksijen tüketebildiğini düşündüğünde elini zile götürdü. Bu sırada aklına gelen fikirle sinsice sırıtırken zile bastı. Ve sadece bastı, geri çekmedi. Gittikçe genişleyen gülümsemesiyle bulunduğu katı dolduran iğrenç sesi dinlerken keyfi inanılmaz şekilde yerindeydi. Saniyeler içinde kapının arka tarafında duyduğu adım seslerine homurdanmalar karışırken sanki olabilirmiş gibi daha çok abandı zile. Yüzünde güller açarken hoyratça açılan kapının ardında kızarmış bir surat görünürken dişlerini açığa çıkardı.

"O parmağı zille birlikte sokarım sana."

Elini yavaşça zilden çekerken evin eşiğine doğru adım attı. Alp'in sinirden patlamak üzere olan bedenini hafifçe ittirirken hala pişkince gülüyordu.

"Sana da merhaba çakma reis."

Kapının yanındaki duvara sırtını dayayıp botlarına eğilirken suratına haince bakan Alp'in kapıyı sertçe çarpmasıyla irkildi. Çarpan kapının yarattığı rüzgarla ürperirken reisin sözleri doldu kulaklarına.

"Yok oğlum, artık emin oldum ben."

Botunun tekinin bağcığını açarken kafasını kaldırıp göz kırptı Alp'e. Reis, bir elini kapıya dayamışken diğerini eşofmanının cebine sokmuştu. Yüzünü Sezer'e yaklaştırırken tane tane konuştu.

"Azrail'in seni, cezaevinin de beni çağırdığına."

Sezer, göz devirip önüne dönerken mırıldandı.

"Sanki becerebilecek de, cüce."

Emre'nin Alp'e seslenişi son anda aklına gelmişti. Bu kelimenin çakma reisi accaip sinirlendirdiğini bildiğinden içten içe kahkahalarla gülerken dışına yansıtamamak adına dudaklarını sıktı. Alp'ten ilk tepki olarak sesli sesli alınan solukları kazanırken zaferle parladı gözleri. Bu adam zaten deliydi ama onu bir de sözleriyle çıldırtmayı ekstra seviyordu. Tam bu zafer sarhoşluğuyla ayakkabılarını çıkardığında aniden kafasına yediği sesli tokatla beyni sarsıldı. Tepesinde hayali kuşlar dolanırken gözleri acıyla kapandı. Elleri ağır çekimde başını bulurken uğuldayan kulakları yanından geçip giden bedenin sözlerini zar zor işitti.

Bir Tek Sensin AnkaralıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin