diciotto

5K 616 201
                                    

"Anlayamıyorum," dedi Jennie masanın üstündeki içeceğinden bir yudum alırken. "Jungkook'un neden böyle bir şey yaptığını çözemiyorum bir türlü. Ah, cidden öldüreceğim onu."

Kesik bir nefesi içime çekerken, Taehyung'u görme umuduyla bir kez daha etrafta gezindirdim bakışlarımı. Tam bir haftadır hiçbir yerde yoktu. Onu onlarca kez aramış, belki de yüzlerce mesaj bırakmıştım ama hiçbirine geri dönüş yapmamıştı. Deli gibi merak ediyor ve endişeleniyordum ancak elim kolum bağlı gibiydi, yapacak bir şeyim yoktu.

"Basit," dedi Seokjin omuzunu silkerken. "Jungkook ondan nefret ediyordu ve ona karşı en büyük kozunu kullandı, yani seni." Jungkook'un konusunun bir kez daha açılmasıyla tüm benliğimin öfkeyle dolması sadece birkaç saniye sürdü. Ondan nefret ediyordum. Yıllardır arkadaşım olması artık umurumda dahi değildi, bana yaptığı bu yanlışı unutmayacak ve onu asla affetmeyecektim.

Histerik bir gülüş dudaklarımdan döküldü aptallığım yüzünden yaşadıklarımız yeniden zihnime dolduğunda ve sinirle homurdandım. "Onun bu sikik oyununa dahil olduğuma inanamıyorum."

Telefonumu elime alıp bir kez daha kontrol ettiğimde, hayal kırıklığıyla olduğum yere sindim. Taehyung'dan herhangi bir mesaj ya da arama yoktu, yine.

"Acaba arkadaşıyla mı konuşsan," dedi Jisoo düşünceli bir sesle. "Şu sarı saçlı çocukla."

Jimin'den bahsettiğini anlamıştım hemen, zaten Taehyung'un okulda ondan ve Rosé'den başka takıldığı başka hiç kimse yoktu. Jimin'e sormayı bende akıl edebilmiştim elbette fakat onu da tıpkı Taehyung gibi, son günlerde hiç görmemiştim. Tanrı sanki inat etmişti ve onunla karşılaşmamıza, yolumuzun kesişmesine izin vermiyordu bir türlü.

"Jimin'i de hiçbir yerde göremedim." diye kısaca durumu açıkladım. Jisoo anladığına dair mırıldandığında, sıkıntıyla bir iç çektim ve masanın üstündeki eşyalarımı toparlamaya başladım hızlıca. Boğuluyordum, arkadaşlarımla birlikte olmak bile bana iyi gelmiyordu artık. "Nereye gidiyorsun?"

"Eve," dedim fısıltı gibi çıkan bir sesle. "Kendimi yorgun hissediyorum."

Tam anlamıyla bir boşluktaydım. Yemek yiyemiyor, uyuyamıyor veya dikkatimi dağıtacak bir şeylerle meşgul olamıyordum. Ne kadar üzgün olduğumu tarif edemezdim muhtemelen, bu hissin altından kalkmak zordu ve aynı zamanda kafamda epey karışıktı. Jungkook'un bana anlattıkları, bildiğimi sandığım bütün doğruları yerle bir etmişti ve şimdi, Taehyung'un beni terk edişinin ardından zihnimde çok fazla soru belirmişti. Cevaplarımın tek sahibi ise, kalbini kırdığım o çocuktan başkası değildi fakat ona da ulaşmak mümkün gibi görünmüyordu.

Yanımdan çekip gitmeden önceki o son bakışını unutamıyordum. Nefret ya da öfke barındırmıyordu gözleri. Tamamen hayalkırıklığı doluydu ve ben tüm gün boyunca, o anı takılmış bir plak gibi yeniden ve yeniden zihnimde canlandırıyor, kendime acı çektirmeye devam ediyordum. Sorun değildi, çünkü zaten bunu hak ediyordum.

Onu görmeyeli sadece bir hafta olmasına rağmen, deli gibi özlemiş olmamdan bir kez daha anlamıştım ki ben, Kim Taehyung'ı gerçekten çok seviyordum.

Boğuluyordum, lanet olası odamın duvarları üstüme geliyormuş gibi hissediyor, nefes alamıyordum. Aklımı dağıtmak adına biraz dolaşmaya karar verdiğimde, hızlıca dolabımı açıp üzerime bir sweatshirt geçirip, telefon ve anahtarlarımı alıp evden çıktım. Fazla düşünmemiş, arabama bindiğimde nereye gideceğime çoktan karar vermiştim zaten, Özgürlük Tepesine. Taehyung'un sadece benimle paylaştığı gizli ve özel yerimize.

bittersweetWhere stories live. Discover now