· 6 : teârüf ·

136 24 20
                                    

"Katiyen olmaz evladım. Nerede görülmüş misafirin hizmet ettiği." diyen teyzeye içten bir gülümseme gönderdim. Adı Fâtıma'ymış. Ona Fâtıma Ana diyebileceğimi söyleyince içimde bir şeyler koptu sanki. Annemi düşündüm ister istemez. Bağırışları kulağımda yankılanıyordu her seferinde.

"Bal gibi olur. Bana yardımınız dokundu, karşılığında yan odaya yemek götürmüşüm ne ki?" dedim kendimden emin bir şekilde. 

Fakat sanki onu tedirgin eden başka bir şey vardı.

"Anam... Sen götürüversen, şimdi ağabeyime misafirin gitmesi ne kadar uygun kaçar?" diyen küçüğe baktım. 

"Neyi uygun olmayacakmış?" 

"Yani, yanlış anlamayasınız lâkin ağabeyim ecnebilerden pek haz etmez de." derken yine utangaç hâllerine bürünmüştü.

"Ecnebiler mi? Onlar kim?"

Kıkırdadı. 

Ardından cidden sorduğumu anlamış olacak ki boş boş yüzüme bakarken sorumu Fâtıma Ana yanıtladı.

"Ecnebi işte yavrum. Ermeni, Rum... Gayrimüslim." diyerek açıkladı, o da yanlış bir laf etmekten çekinir gibiydi.

"Yani?" 

Bunun benimle  olan bağlantısını kuramamıştım.

"Yani, sana yanlış bir şey deyip de kalbini kırmasını istemeyiz. Hele son olanlardan sonra epey bir hassas oldu bu mevzularda."

Her şey yavaş yavaş oturuyordu. Şaşkın gözlerle onlara baktım. Yalnızca şu benim gizemli amcanın yüzünde bir gülümseme vardı. Küçük hanım ve Fâtıma Ana ise endişeli gözlerle bana bakıyorlardı.

"İyi de ben gayrimüslim değilim ki." diyebildim yalnızca. Yüzlerindeki ifade daha da şaşırmış bir hâl alınca bu vaziyetlerine gülmeden edemedim. 

"Sahi mi dersin?" 

"He ya, biz seni öyle görünce ecnebi sandık vallahi." diyerek kızına arka çıktı Fâtıma Ana.

Utanmıştım. 

Müslümandım. Yani, inancım vardı. Yaşantım bundan çok uzaktı, biliyordum. Ama inancım sahiden vardı. Öyle sözde kalan bir inanış da değildi. Fakat eksiklerim bunun aksini söylüyordu.

Küçükken babamın öğrettiklerinden geriye ne kaldıysa onlarla ayaktaydım. Başım ister istemez öne eğildi. Bu hâlimi gören küçük hanım elini omzuma koymuştu.

"Ben sana benimkilerden getireyim." diyerek sofradan kalktı. Çok sürmeden elinde büyükçe beyaz bir kumaşla yanımıza geldi. Onu reddedemezdim, hem böylece daha az dikkat çekerdim. Dışarıdaki insanların bana olan garip bakışlarını hatırlayınca kumaşı alıp büyükninemden gördüğüm gibi üçgen yaptım. Başımın üzerine koyduktan sonra bir türlü düzgün durmayınca istemsizce homurdandım. Fâtıma Ana gülümseyerek bana bakıyordu. Gözleri mi dolmuştu? Sürekli duygulanan bu kadın, annemden ne kadar da farklıydı. 

"Gel hele gel." diyerek beni yanına çağırdı. Önünde diz çökünce nasırlaşmış parmakları ile ustaca bağladı örtümü. Sarkan kısmıyla ise yüzümün bir kısmını da örttü, "Böylesi daha münasip olur."

Ona teşekkür ettim. Bir kez daha...

"Maşaallah! Çok yakıştı çok!" diye cıvıldadı küçük hanım. Gülümsedim.

Ardından uzattığı yemeği aldım. Daha fazla direnmemişlerdi. Belki de bu hâlimi görünce dalgınlığına gelmişti de uzatmıştı yemeği, çünkü hâlâ içlerine sinmemiş gibiydi bu durum. Bunu fırsat bilerek hemen ayaklanıp arka kısımdaki odaya doğru dikkatlice ilerledim. 

Odaya girmeden evvel öksürdüm, bir anda içeri dalmak pek doğru olmazdı sonuçta.

"Girebilir miyim?"

Ses yok.

"Müsait misiniz?"

Yine ses yok.

Dayanamayıp içeri girince düşündüğüm gibi olmadığını, uyanık olduğunu gördüm. Boş gözlerle yanındaki pencereden dışarı bakıyordu. İşitme engeli falan mı vardı acaba? Yok canım, öyle olsa Fâtıma Ana söylerdi. Ama hiçbir tepki vermiyordu. Sıktığı çenesi yüzünün gerilmesine sebep olmuştu.

Elimdeki çanağı bir kenara bırakıp yatağın yanına hafifçe yaklaştım. Bir yandan da belki kulağı az işitiyordur diye bağırarak konuşuyordum.

"YEMEĞİNİZİ GETİRDİM. BENİ DUYABİLİYOR MUSUNUZ?"

Hiçbir kıpırdama yoktu. Bugün birkaç saniyeliğine göz göze gelmiş olmasak kör olduğunu dahi düşünebilirdim.

Belki de yemeği vermemi bekliyordur diyerek yere bıraktığım çanağı elime aldım. Tam onun kucağına bırakacaktım ki vücudumda bir sıcaklık hissettim. İttirdiği çanak üzerime boca olmuştu. Krem rengi fistan salçalı yemeğe bulanmıştı resmen. Ağzım bir karış havada bir ona bir de üzerime baktım. Gözlerinde şaşkınlığa rast geldiğime yemin edebilirim, isteyerek dökmemişti belli ki.

O esnada Fâtıma Ana ve küçük hanım çoktan yanımıza gelmişlerdi. 

"A be oğlum! Ne ettin kıza!" diye söylenen Fâtıma Ana bir yandan da üzerimi silmeye çalışıyordu.

"Ağabey... Misafire hürmetin de mi kalmadı?" 

O ise hiçbir şey duymuyor gibiydi, bakışlarını benden uzaklaştırmıştı ancak şaşkınlığını kırıntıları hâlâ okunuyordu.

Gözlerim dolmuştu, sinirlendiğim zaman hep böyle olurdu zaten. Sevmediğim huylarımdan bir diğeri.

"Böyle olmayacak, ben sana temiz şeyler vereyim." diyerek Fâtıma Ana odadan çıktı. 

Küçük hanım ise yerleri silmek için bez almaya diğer odaya koştu. 

"Asla unutulmayacak bu tanışma için size minnet borçluyum." dedim sinirli sesimle. Bir yandan da üzerimdeki fasulye tanelerini ayıklıyordum. Nasıl bu kadar umursamaz olabilirdi bir insan, ben konuşurken dönüp bakmıyordu bile.

Kocaman olmuş okyanus mavisi gözleri Fâtıma Ana'yı bulunca onun da sinirlendiğini anlamıştım.

Ve açıkçası mavilere gizlenmiş olan bu öfke ürpermeme sebep olmuştu.

"Tanışıklığınız yok ise eve kimseyi almayın demedim mi ben ana?" derken öfkeli olmasına rağmen saygılıydı.

Fâtıma Ana, ne diyeceğini bilemez hâlde ellerini ovuşturdu.

"Yok oğlum, yanlış düşünürsün, hemen hüküm verirsin. Bir dinleyeydin hele."

"Hiçbir şeyi bilmez gibi konuşursun, etmeyesin ana." derken sesi hâlâ soğuk, fakat bir o kadar da yalvarır gibiydi. Duygu dolu bir rica gibi.

Az evvel ki kısacık öfkeli bakışın ardından bir daha benden tarafa bakmadı.

Serin bir rüzgar esmiş gibi ellerimle kollarımı sardım. 

Oysa pencere kapalıydı ve ev sıcak sayılırdı.

Ama ben üşümüştüm.

Tanımadığım bu adamın bu soğuk tavırları, ince bir buz tabakası oluşturmuştu içimde.




iflilak: yeryüzünü bulutlar kapladıWhere stories live. Discover now