BÖLÜM 2- İlk Tanışma

714 168 19
                                    

Bu bölüm lovetobefirstbabye hitap ediliyor iyi okumalar...

Sağ elimdeki çantamı sürükleyerek kalın gövdeli bir ağacın yanına geldim ve toprağa oturarak "ağaç arkamda peki ya şelale nerde?" dedim.

Gözlerimi kapatarak etrafı dinlemeye başladım bir dakika sonra şelaleden akan suyun sesini duydum ve buruk bir gülümseme ile ayağa kalktıktan sonra çantamı sağ elime alarak şelalenin olduğu tarafa doğru yürümeye başladım.

Şelaleye varınca  içimi bir hüzün kapladı. Buraya ilk defa babam ve annemle gelmiştim. Birlikte mangal yapardık. Annem ev hanımıydı, en sevdiği şey  şelalenin karşısındaki ağaca yaslanıp kitap okumaktı. Babam ise mobilya ustasıydı ama yemek yapmayı çok severdi. O yüzden evde veya pikniğe geldiğimizde babam bize yemek yapar, annemde kitap okurdu.

Ne zaman buraya gelsem aklıma her zaman bu düşünceler nüfuz ediyordu.

Sağ elimdeki çantamı sürükleyerek şelalenin yanındaki kaya parçalarının olduğu tarafa gittim.

Kayalara sürtünerek şelalenin arkasına geçtim. Elimdeki çantayı sağ taraftaki duvara yaslandıktan sonra yine içimi bir özlem duygusu kapladı.

Karışımdaki duvara bıçakla kazınmış olan 'B+C' yazısını görünce her zamanki gibi gözyaşlarımı daha fazla tutamadım.

Gözyaşlarım gözümden damla damla düşerken ayaklarım artık beni taşıyamaz hale geldi ve dizlerimin üzerine kendimi bıraktım.

Dizlerim acıyordu ama ruhumdaki acının yanında neydi ki!?

Yarım saate yakın ağlamıştım  belki daha fazla. Sonra dizlerimin üzerinden kalarak  bir kaç kere derin nefes aldım. Ruhumdaki acının ve gözyaşlarımın dinmesini istedim.

Gözyaşlarım dindikten sonra  şelalenin girişine doğru döndüm ve sağ elimi uzatarak  yerden çıkan köklerle orayı kapattım.

Yerde olan eskiden kalma küllere sağ ayağımı savurarak vurdum ve etrafa dağıttım. Daha sonra ağaç kökleri ile kapatmış olduğum yere gidip bir kaç tane ağaç kökü kopardım  ve arkamı dönerek eskiden küllerin olduğu yerin yanında diz çöktüm. Elimde olan kökleri, hepsinin bir ucu yukarı yani üçgen şeklinde dizdikten sonra sol tarafımdaki çantama uzandım. Kendi tarafıma çektikten sonra çantanın öndeki fermuarını açıp oradan  gri renkte çakmağımı çıkarıp kökleri yaktım daha sonra çakmağı çıkardığım kısımdan  küçük cep haritamı çıkarıp oturur pozisyonda haritayı incelemeye başladım. Eskiden New York olan şimdiyse yıkılmış bir virane olan yere parmağımı koydum ve "yarın buraya gidelim,bakalım orada ne var?" dedim kısık bir sesle  kendi kendime daha sonra haritayı katlayarak geri sırt çantama  koydum ve ateşin yanında yere kıvrılarak uyudum.

Ağaç kökleri ile kapatmış olduğum girişin bazı yerlerinden yeni doğan güneşin saçmış olduğu ışıkların gözüme düşmesiyle homurdanarak uzandığım yerden kalktım ve "sabah daha altıya bu zamanda insan mı uyanır?!" dedim sitem dolu bir şekilde. O kadar uzun zamandır bu ormanda yaşıyordum ki, güneş ışığının düşme açısı ile saatin kaç olduğunu anlıya biliyordum artık.

Yerimden kalkarak biraz açma germe hareketleri yaptım daha sonra şelalenin girişindeki kökleri sağ elimi havaya kaldırarak geriye, yerin altına çektim.

Arkamda kalan çantamı sürükleyerek şelalenin çıkışına  geldim ve arkamı dönerek 'B+C' yazısına son bir kez baktım daha sonra dün mağaraya girdiyim gibi dışarıya çıktım.

Şelaleden dökülen suyun toplandığı yerde gece görünmese bile gündüz gözüyle bakıldığında sanki su yoktu.

Suyun dibi, en uç noktasına kadar berraktı, içinde olan çakıl taşları, mercanlar, küçük balıklar kısaca ne varsa suyun içinde  en ince ayrıntısına kadar gözüküyordu.

Suyun karşısına geldikten sonra çantamı yere bıraktım ve diz çökerek şelalenin suyuyla elimi yüzümü yıkamaya başladım.

Bir kaç dakika sonra ayağa kalktım ve çantamı sırtıma geçirerek, dün haritada bakmış olduğum New York şehrinin  yolunu tuttum.

New York’a beş saatlik bir yol vardı. Bu kadar saat  yürümekten başka şeylerde yapmak istiyordum. Bu yüzden yürürken sağ elimi kırk beş derecelik bir açı ile açtım ve yerdeki bir kaç santimlik bitkilerin  nasıl hızlı büyüdüğünü, bana nasıl boyun eğdiklerini hissetmeye başladım.

Yarım saat  sonra arkamdan gelen garip seslerle arkamı döndüm ve şok olmuştum!

Yarım saat önce bir kaç santim uzunluğunda olan bitkiler şimdi yirmi santim uzunluğa ulaşmıştılar.

İlk başta şok olmuştum ama sonra sevincimden zıplamaya başlamıştım karışımdaki bitkileri ben büyütmüştüm. Sevincimden yerimde duramıyordum resmen.

Sağ tarafımdan gelen "dur kaçma" diye adam sesi duymamla sevincim resmen kursağımda kalmıştı.

Aşağı eğilerek etrafı kolaçan etmeye başladım. Bir kez daha "sana dur dedim" diyen adamın sesiyle "ben durdum ama hala dur diyor demek ki, bana demiyor acaba kime diyor?" diye içimden düşündüm ve içimdeki merak duygusu beni sesin geldiği yöne doğru hareket etmeye itti. İnsanız sonuçta merak en büyük duygumuzdur.

Bir kaç dakika sessizce yürüdükten sonra ağaçların seyrekleştiği yerde yirmi yaşlarında, siyah saçlı, bir doksan boylarında, uzakta olmama rağmen açık mavi gözlerini rahatlıkla göre bildiğim, kirli sakalı yüzüne ayrı bir hava katmış olan, üzerinde  beyaz gömlek ve üzerine geçirmiş olduğu deri ceket altında ise siyah deri pantolon vardı. Bu kombini tamamlayan ayağındaki siyah spor ayakkabılardı.

Karşısındaysa iki tane ellerinde enerji silahları olan Tiranusun askerleriydi.

Askerlerden biri "diz çök ellerini başının arkasına koy!" dedi emredici ve yüksek sesle.

Adam cevap vermeden ellerini havaya kaldırdı. Havada rüzgar olmamasına rağmen adamın siyah saçları dalgalanmaya başlamıştı.

Bir kaç saniye sonra bulut olmayan havada siyah bulutlar ortaya çıkmaya başladı.

Bulutlar çoğaldıkça bulutlardan yere şimşekler düşmeye başladı. Yıldırımlar yere düştüğü sırada yerdeki çimenler yanmaya başlamıştı.

Bir tane yıldırım tamda Tiranusun askerlerinden birinin üzerine düştü.

Yıldırım düştükten sonra askerin bedeni geriye doğru iki metre uçtu.

Asker yere düştükten sonra ayağa kalkamadı diğer asker yerde yatan asker arkadaşını gördükten sonra tetiğe basmak için hareketlenmişti.

İçimde istemsizce bu adam yakınlık duygusu beslemeye başlamıştım sebebini bilmiyordum ama öyle his ediyordum.

Tiranusun askeri elindeki silahın tetiğine basmak için işaret parmağını hareket ettirdiğini gördüğüm gibi elimi asker tarafa tuttum ve askerin tam ayaklarının orta kısmından yerden bir tane yarım metre genişliğinde ağaç kökü çıkartarak askerin içinden geçirerek havaya kaldırdım.

İki metre havaya kaldırdıktan sonra ağaç kökünü geri çektim ve siyah saçlı adama doğru hareket etmeye başladım.

Bir dakika sonra adamın yanına varmıştım.

Adamın gözündeki şaşkınlığı rahatlıkla göre biliyordum.

Bir kaç saniye bir birimize boş boş baktıktan sonra bu bakışmadan sıkıldım ve tanışma faslına geçmek için "merhaba benim ismim Ceyn" dedim.

Adam bir kaç saniye bana boş boş baktıktan sonra kendini bile tanıtmadan "senin hangi gücün var?" dedi.

Bende göz devirerek "daha zayıf olduğum için tabiatın  bazı şeylerini kontrol ede biliyorum, ağaç kökü ve küçük çimenleri kontrol ede biliyorum" dedim.

Adam "anladım. Bu arada benim ismim Cris. Gücüm Yıldırım bende daha zayıfım, Yıldırımlar düşürmem için bulutları ortaya çıkarmam lazım sonrada düşen Yıldırımlar kontrol etmem lazım ama ben bulutları bile zar zor çıkarıyorum " derken yüzüne çapkın bir gülümseme kondurmuştu.


Yeni Dünya Düzeni Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin