Bölüm 40

1.4K 131 23
                                    

Calum'la Santa Cruz kumsalının iskeleye yakın olan bölümüne vardığımız zaman babasının siyah Prius arabasını usulca yavaşlattı. Kaldırıma doğru yaklaşıp arabayı park etmek için hazırlanmaya başladığında ikimiz de son derece sessizdik. Arabaya bindiğimden beri ağzımı bıçak açmamıştı. Calum da şansını denemek, tam olarak ne veya nasıl hissettiğimi anlayabilmek istediğini gizleyemeyen birkaç ufak girişimde bulundu. Ama ona cevap vermediğimde ihtiyacım olan şeyin yalnızca sükunet içerisindeyken düşünmek olduğuna ikimiz de hemfikir olabilmiştik.

Evimle kumsal arasında çok uzun bir mesafe yoktu. Yürüyerek en fazla on beş dakika sonra sahile varabiliyordunuz, yolu uzatmak için ara sokaklardan dolansanız ya da çok yavaş yürüseniz bile. Calum ise bize gelirken babasının arabasını alıp geldiği için işimiz bir nebze olsun kolaylaşmıştı.

Santa Cruz'un küçük bir yer olmasının haricinde, Nora'nın gidebileceği yerler de sınırlıydı. O haldeyken kapıyı çekip çıktıktan sonra bisikletine atlayıp, Garage 75'e gitmeyeceğini biliyordum. Michael ve Luke'u da tercih etmeyecekti, tıpkı sakinleşene kadar kendi evine gitmeyi tercih etmeyeceği gibi. Belki küçük bir yer olmasına karşın başka birinin kafa dinlemek için gidebileceği yüzlerce, burada doğup büyümüş olmamıza rağmen bizim bile bilmediğimiz yerler vardı.

Ama benim en yakın arkadaşımın tüm ihtimalleri sıfırlayıp, kalbinin nefes alabilmesini sağlamak için gideceği yer, elbette ki iskeleydi.

Arabanın motorunun kapandığını, artık park halinde ve tamamiyle sabit bir şekilde durduğumuzun farkında bile değildim. Karman çorman olmuş zihnimin bulabildiği minik bir açıklığa dalarak odaklanabildiği tek şey; Nora'nın iskele yolunun dibine yan yatmış bir şekilde bıraktığı bisikletiyle iskelenin ucunda oturmuş olan kendisiydi.

Durduğum bu noktadan bile omuzlarındaki düşüklüğün, sırtına yük gibi çöken kamburluğun onu ne kadar savunmasız kıldığını görebilmem mümkündü. Ona bakmıyor olmama rağmen Calum'un da tek kelime bile etmeden esen kesif, soğuk rüzgarla dağılmış kahverengi saçları geriye doğru savrulan Nora'yı izlediğini biliyordum. İnsanın boğazına iki acımasız el gibi sarılan bu sessizlikte Calum'un usulca soluk alıp verişleri bile kafamın içinde gürültü gibi yankılanıyordu.

"Yanına gideceksin, değil mi?" diye sordu Calum. Bunu yapmak istediğimi bir şekilde anlamıştı. Ama istediğim şeyi eyleme geçirebilmek için fazla çekingen olduğumu da. Bazı konularda çekingenliğimin kararlarımı yönetmesinden her zaman yakınırdım ve bu da, o karşı konulmaz yakınma zamanlarımdan biriydi.

"Evet," diyerek onu yanıtladım. Fakat sesim çekingenliğimi yansıtırcasına bir tereddütle çatlayınca boğazımı temizlemek zorunda kalmıştım. "Evet, gideceğim. Gitmek istiyorum da. Sadece..."

"Çekiniyor musun?"

"Beni bu kadar iyi anlamandan nefret ediyorum."

Calum kısa bir gülüş takındı. Gözlerimi en yakın arkadaşımdan Calum'a çevirdiğimde, arabayı durdurmuş olmasına karşın sol elinin parmaklarının hala direksiyonu kavradığını, diğer elinin de serbest bir şekilde dizinde durduğunu gördüm. Başını eğerek gülmüştü. Onun kahverengi gözlerine bakmanın her zaman kalbimin zavallı bir kuş gibi çırpınmasına neden olacak kadar bana heyecan veren bir yanı olduğu gibi, huzur veren bir yanı vardı. Gözlerinin kısılışı ve güldüğünde dudaklarından dökülen o harika tını beni içten içe dindiriyordu.

Başımı arkaya yatırdım. Benimle göz göze gelince aynısını Calum da yaptı. Ellerini kendi kucağına doğru çektiği sırada dolgun dudaklarında soluk bir tebessüm vardı. İkimiz de bir şeyler söylemek istediğimiz ama bunu yalnızca gözlerimizle yaptığımız bir noktadaydık.

Santa Cruz || hoodHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin