Bölüm 44

1.4K 105 79
                                    

Salı günü. Tribünler.

Luke ve benim için belki de olabilecek en sıkıcı anlardan biriydi. Arkadaşlarımızla birlikte olmamıza ve benim artık Nora ile aramı düzelttiğim için ortada hiçbir pürüz kalmamış olmasına rağmen ikimiz de zamanın geçmediğinden, birkaç saniye sonra da çok hızlı akıp geçtiğinden, hızına yetişemiyor oluşumuzdan yakınıp duruyorduk.

Neden böyle olmuştu bilmiyordum. Sanırım yaklaşan dönem sınavlarıyla birlikte SAT sınavı başvuruları bizi bu hale düşürmüştü. Yazın çalıştığım Santa Cruz sinema salonundaki işimi, lisedeki son yılıma daha aklı başında bir şekilde odaklanabilmek için bıraktığım günü dün gibi hatırlıyordum. Nora'nın son yılımız için hazırladığı o uzun yapılacaklar listesiyle yanıma heyecanla gelişi ve aynı dakikalarda, Calum'un bana sarhoşken -bunun üstünde hiç durmamıştım çünkü gerçekten sarhoş olduğuna inanmıştım- bana attığı mesaj sanki az önce yaşanmıştı.

O zamanlar birbirimizden ölesiye nefret ettiğimize kendimi inandırmışken şimdi karşımdaki futbol sahasında Michael ile birlikte ısınma hareketleri yapışını kendi isteğimle, kız arkadaşı olarak seyrediyordum.

Yaşanılan onca şeyden sonra zamanın bana olan en büyük ödülü buydu sanırım.

Luke hemen solumda oturuyordu. Nora ise sağ tarafımda. Üçümüzün de üzerimizde montlarımız vardı ve kucağımıza Nora'nın bir battaniye kadar kalın ve uzun olan şalını örtmüştük. Soğuktan buza kesmiş parmaklarımın arasında bir kurabiye kutusu tutuyor, konuşmadığım zamanlarda damla çikolatalı kurabiyelerden kemiriyordum. Nora'nın kulağında kulaküstü kulaklıklarından vardı ve soğuktan kıpkırmızı olan parmakları, seçmeli Amerikan tarihi dersinin notlarını sıkı sıkı tutuyordu. Başını omzuma yaslamış, montuna sarınmaktan küçücük kalmıştı. Yaklaşık on sekiz dakika sonra sınavı başlayacaktı ve hâlâ bir çare notlarını okumaya, çalıştığı yerleri unutmadığından emin olmaya çalışıyordu.

Luke'un ise dünya yansa umuru değildi. Kucağındaki gitarının akordunu yaparken, zamanın göreceliliği hakkındaki sayıklamalarımızın tamamını unutmuş gibi bir hali vardı.

Ve ikimizin öğleden sonra gireceği seçmeli Fransızca sınavımızı da.

Calum ve Michael'ın yer değiştirip, yeşil çimlerin üstünde yaptıkları ısınma hareketlerine devam etmelerini seyrederken parmaklarımı kutunun içine daldırdım ve yeni bir kurabiye parçası daha aldım. Onlara bakmaya devam ederek, "One Direction dinleyip ağlamak istiyorum," dedim.

"Michael'ın dudaklarına yapışmak istiyorum," dedi Luke.

Nora sağımda kendi kendine okuduğu notlarını mırıldanıyor, ellerini hareket ettiriyordu. Son sesle Waterparks dinlediğine yemin edebilirdim.

"Hayran kurgu okuyup naneli dondurma yemeye ihtiyacım var."

Luke hâlâ gitarını kucağında tutmaya devam ederken başını çevirip bana baktı. Altın sarısı saçları bugün yataktan çıkıp direkt okula gelmiş gibi darmadağınıktı. Ki Luke her yere geç kalan biri olarak bunu gerçekten yapabilecek potansiyele sahipti. Mavi gözleri bayık bakıyordu ama bunun uykusunu yeterince alamamasıyla bir ilgisi yoktu. Söylediğim şeyin saçma olduğunu belirtircesine bir ifadeyle beni süzüyordu.

"Ne?" dedim, gözlerimi suratını dikip. "Ben bunları ilk kez yapmıyorum!"

"Burada oturmuş erkek arkadaşlarımızın ateşli bir şekilde ısınma hareketleri yapmalarını izlerken onlar hakkında edepsiz fanteziler kurup birbirimize anlatmamız gerekiyordu!" Beni küçümsercesine bir bakışın ardından burnunu kırıştırdı. "Sense hayran kurgu okuyup bademciğini şişirmek istiyorsun. İnanılmazsın."

Santa Cruz || hoodWhere stories live. Discover now